ALEVİ AHLAK DEĞERLERİ VE TEMELLERİ

ALEVİLİK İSLAMIN NERESİNDE?
26 Nisan 2021
12 HİZMET
1 Mayıs 2021

ALEVİ AHLAK DEĞERLERİ VE TEMELLERİ

"... Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol" .
Cem Ayininden
İÇİNDEKİLER

UYARI : GÜZEL AHLAK’I ANLAMAK İÇİN...

1- AHLAK NEDİR?

2- ALEVİ KÜLTÜRÜ VE ALEVİLİKTE “GÜZEL AHLAK”
A- Alevi Kültürünün ve Öğretisinin sözlü/ yazılı kaynakları
1- Sözlü geleneksel kaynaklar
2- Yazılı temel kaynaklarında “Ahlak”
a- Temel ana kaynak Kur’an ve Kur’an’da “Ahlak
” b- Aleviliğin ilk yazılı kaynaklarından seçmeler
1- Nech’ül Belaga
2- Ali Divanı
3- Ümmü-l Kitâb
c- Aleviliğin yazılı erkânnameleri ve yazılı değişik kaynaklar vardır:
1- Kitâbu'l-Mecmû
2- Fakr-name
3- Makalat
4- Buyruk
B- Alevi Kültürel niteliği ve Edep ilkeleri

3- ALEVİLİKTE “GÜZEL AHLÂK”IN ÖGELERİ
A- Kırklar Cemi
B- Rıza Şehri
C- Hızır
4-ALEVİ İNANCINDA SOMUT OLARAK “GÜZEL AHLAK”IN GERÇEKLEŞMESİ
1- İkrar
2- Musahiplik/ Yol kardeşliği erkânı
3- Edep
4- Cihat
5- Tevella-Teberra
6- Dört Kapı Kırk Makam dinsel eğitimi
7- Allaha yaklaşma

SONSÖZ
UYARI: GÜZEL AHLAK’I ANLAMAK İÇİN...

Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz hakkında şöyle deniliyor (Kalem, 68/3-4 Diyanet 2011 Meali):

“3. Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.
4. Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”

Bu mükafat, O'na indirilen, Allah'ın "Levh-i Mahfuz"unda ki sonsuz bilgiden Kur'an ve içindeki "Güzel Ahlak"tır.
Ebû Hureyre’nin naklettiği bir hadiste ise Allah’ın resulü " Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381) demiş. Peygamberimiz bu “Ahlak”ı nasıl tamamlıyor ve Hakk-Muhammed-Ali Yol'unda Alevi inancı bu “Güzel Ahlak”ı nasıl anlıyor, nasıl yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyor?

Dinî inanç Ahlak ilkeleri, kişinin ve bir toplumun “Ahlak” değerlerini şekillendiren çok önemli bir ögedir ama tek öge de değildir. Bu sebepten, Alevi “Güzel Ahlak”ını tanımlarken, birbirinden ayrılamayacak, şu iki gerçeği göz önüne almamız gerekiyor:

1-Her insan topluluğunun kendine özgü temel değerlerinin toplandığı, sosyal ilişkilerini düzenleyen ve o topluluğun birliğini sağlayan bir kültürü vardır. Toplumun dini inançları da bu kültürün önemli bir parçasıdır.
Bizim bugün artık Alevi topluluğunun kapalı bir topluluk olmadığını görmemiz ve kabul etmemiz; Alevi kültürümüzü ve “Güzel Ahlak”ını da iyi anlamamız ve anlatmamız için bu kültürü oluşturan temelleri ve bunların, zaman akışı içinde, diğer kültürlerden etkilenerek veya siyasi, ekonomik, dinsel ve toplumsal baskılarla uğradıkları değişiklikleri iyi bilmemiz lâzım.
Anadolu’da, bugün Alevilik dediğimiz inancımız, Selçuklulardan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar siyasi, ekonomik, dinsel ve toplumsal baskılarla nasıl ve neden değişti? Nedir bu değişiklikler? Hangi “Ahlakî” değerler, nasıl kalıcı oldu veya yeni şartlara uyum sağladı veyahut tamamen değişti? Kültürel kimliğimizi ve zenginliğini iyi bilmemiz bize, Alevi Ahlakının temellerini ve zaman akışı içinde diğer kültürlerden ve inançlardan aldıklarını daha iyi görmemizi, inanç ve Ahlak kimliğimizi daha iyi anlamamızı, Alevi dinbiliminin ve felsefesinin bilincine daha iyi varmamızı ve “Güzel Ahlak”ı nasıl değerdirip yaşadığımızı daha bilinçli görmemizi sağlar.

2- İslamda Hakk-Muhammed-Ali Yol’u birdir ama Anadolu’da yaşayan türk, kürt ve arap toplulukları içinde Aleviliği yaşayanların “Güzel Ahlak” değerleri ve bunu yaşatmalarında farklı anlayışları olabilir. Ama önemli olan ortak “Güzel Ahlak” paydalarının da varolmasıdır.
Bizim kişi olarak Hakk-Muhammed-Ali Yol’una talip olup, Rehberimizin ve Mürşidimizin eğitimiyle Musahibimizle ikrar verip Yol’a girerek bir “can” olup, Cemde Görgüden geçmemiz; Dört kapı Kırk makam öğretimizle de “Kâmil İnsan” olma çabamızda gönül rızalığıyla "Güzel Ahlak"ı yaşamamız hem vicdan rahatlığı ve iç huzur, hem de içinde olduğumuz toplulukla Rızalık, Birlik ve Huzur içinde yaşamamızı sağlar. Böylece Alevi topluluğu olarak da Rıza Şehri ideallerimizi gerçekleştirmeye adım adım yaklaşmış oluruz.
“Güzel Ahlak”ı iyice anlamaya çalışırken yukarıdaki iki genel uyarıyı unutmamanızı rica edeceğim.
1- AHLAK NEDİR?

“Güzel Ahlak” nedir ve nasıl yaşanır sorusundan önce “Ahlak” teriminin kapsamını tanımlamaya çalışalım.

Ahlak (Arapca “hulk” veya “huluk” huy; latince “moralis” geleneklerle ilgili), insan eyleminin belirli bir toplumun törelerine, kurallarına, gelenek ve görenekleri ile kullanımlarına ilişkin tüm kuralları veya ilkeleri, yükümlülükleri veya yasakları belirleyen bir kavramdır. İnsanın “görev” olarak adlandırdığı bu eylemlere göre, kendisinin veya diğer bireylerin ya da bütün toplumun ne yapacağını ve nasıl davranacağını tanımlar. Ahlak, bir yandan kolektif toplumsal örgütlenme biçimlerinin, toplumun, genel çıkarların korunmasını, diğer yandan da bireylerin toplumdaki yaşamlarından zevk almasını amaçlar.

Aynı şekilde, aynı ahlakî şema değişik kültüre ve topluma göre uyarlanabilir, ama bu kültürler içinde, farklı ahlak türlerinin bir arada var olması, ancak değişen derecelerde gerilim veya çatışmalarla olur.

Ahlak belirli bir topluma yayılan tüm davranış kurallarına (törelere, nezaket veya birlikte yaşam kurallarına) veya bir din veyahut doktrin tarafından açıkça belirtilen kurallara (dini ahlak, ahlaki felsefe, etik) atıfta bulunabilir.
Ahlakî kurallar iki gruba ayrılabilir: bir yandan kişisel (bireysel) ahlakın esasları; diğer yandan bir kültürel topluluk içinde paylaşılan dinî ve/veya medenî davranış kurallarıdır (veya ilkeler sistemleridir). Bu kurallar, kendilerini bir sosyal gruba adetler ve gelenekler olarak kabul ettiren basit alışkanlıklar, bilinçli ya da bilinçsiz edinilen, öğrenilen ve bütünleştirilen ve yüzyıllar boyunca tanımlanmaya veya dönüştürülmeye ya da tam tersine mutlak standartlar olarak, zaman içinde değişmez ilahî ya da açıklanmış kökene sahip kültürel davranış biçimleri olarak görülebilir. Aynı şekilde göreceli, insanlara ve zamana göre değişken veya tam tersine evrensel, yer ve zamandan bağımsız, insan aklının oluşturduğu veya insanın belirli bir temsilinin gerektirdiği şeklinde (evrenselcilik, insan hakları) genel olarak değerlendirilebilirler.
“Ahlak” anlam olarak bugün sıkca kullandığımız “Etik” kelimesiyle birbirine çok yakındır. Antik çağ filozofların bazı çevirmenleri bu iki terimi zamana göre açık bir ayrım yapmadan Yunanca “ethikos” sözcüğünü çevirmek için kullandıklarını da biliyoruz. Bununla birlikte, bazı modern filozoflar için “ahlak”, ahlakın standartlarını, sınırlarını ve görevlerini oluşturacağı temel bir yansıma olarak tanımlanan “etikten” ayrılır. İdeoloji ile de karıştırılmamalı. Ahlak “iyi ve kötü” sorununa odaklanarak, akıl ve mantık değerlerinden (doğru veya yanlış), hukuktan (yasal veya yasadışı), sanattan (güzel veya çirkin) ve ekonomiden (yararlı ve yararsız) farklıdır. Gelenek kavramıyla bağlantılı olarak ahlak, etiğin görmezden geldiği giyim ve mutfak gelenekleri, nezaket ve terbiye ile uyumlu bütün bir estetik, kültürel, maddi kültürü hesaba katar. Öte yandan, ahlak genellikle neyin olduğu ve neyin olması gerektiği arasında ayrım yapan idealist bir geleneğe bağlanırken, etik maddiyatcı bir geleneğe bağlıdır. Sadece gerçeği (olanı), herkesin mutluluğunun peşinde koşarak makul bir tavırla geliştirmeye çalışır.
Ahlak bireysel olabilir, bu durumda bireyin kendisi için belirlediği ve uygulamaya karar verdiği bir şeref/namus kuralıdır. Ancak ahlak kolektif olabilir ve bu durumda hukuka benzer. Ahlak ve hukuk, toplumdaki yaşamı iyileştirmek amacıyla koordineli bir şekilde çalışır. Ahlak ve hukuk arasındaki ilişkiye dair farklı teoriler vardır. Yazarlar, ahlak ve hukuk arasındaki ilişkiyi göstermek için iki dairenin görüntüsünü kullanırlar. Bazıları için bu iki daire eş merkezli, çünkü hukukun tamamen ahlak tarafından içine alındığını düşünüyorlar. Diğerleri bu dairelerin kesiştiğini iddia ediyor. Bu durumda, üç kural kategorisi olacaktır: yasal boyutu olmayan ahlaki kurallar, ahlaki boyutu olmayan yasal kurallar ve kesişme noktasında, yasal uygulaması olan ahlaki kurallar.
Ahlakın din ile ilişkisinde ise Ahlakın vicdan denen daha kişisel bir karaktere sahip olmasıdır. Din ise “cemaat” oluşturup, bireyleri "birbirine bağlamaktan" oluştuğundan, din daha kamusal bir karaktere sahiptir; dini kurumların rolü, bu nedenle her dine özgü öğretilerle ilgili olarak vicdanı aydınlatmaktır.
Dinî Ahlak, ise bir dini topluluğun, inananları inançlarına uygun olarak dini bir hedefe doğru ilerletmek için aldığı kurallar veya konumlar bütünüdür. Böylece, başkalarıyla ilişkilerle, günlerin ve zamanın kullanımıyla veya oruç şartları, ne yenip yenilmeyeceği ya da çocuk yapma veya aldırma gibi daha kesin sorularla ilgili olabilecek çeşitli eylem ilkelerini ortaya koyar. Din ahlakı, kutsal metinlerde yer alan buyruk ve emirlere az çok yaklaşabilir. Bu temelde, mesela “Eline, Diline, Beline Hakim ol” gibi ahlak değerleri temel alınır.

Felsefi yaklaşıma göre, ahlakî davranışı (veya "iyi yapmak" anlamını) tanımlayan kriter aynı olmayacaktır. Aslında, bir eylemin ahlaki değeri (iyi ya da kötü) ya sonuçlarına göre, yani eylemin yarattığı etkilere göre; ya da bu eylemin, değerlere uygunluğuna göre (deontoloji), yani onu emreden niyetlere veya, sonuçlarından bağımsız olarak, güdülere göre tanımlanabilir.
Bazı çağdaş düşünürlere göre ahlaki çatışmalar, iyiye karşı kötünün değil iyinin farklı ve uyumsuz versiyonları arasında olduğudur.
Ahlakın bir takım davranış kalıplarından ziyade bir prensipler yumağı olarak görülmesi daha doğru. Bu ise felsefenin konusu olarak ele alınmakla mümkün olur. Töre ve geleneklere dönüşmüş ahlak, felsefenin konusu olmaktan çıkmıştır. Ahlak felsefesi, iyi, kötü, haram, ayıp v.s. gibi somut göstergelerin değil onlara gerekçe teşkil eden idealler üzerinde durur. Sürekli olarak ahlaki prensiplerin ne olduğunu, hangi ahlaki prensiplerin geçici hangilerinin kalıcı olduğunu araştıran bir disiplindir. Ahlakta olduğu gibi bilgi, varlık, sanat v.s. gibi dalların da felsefenin konusu olmaktan çıkması demek bütün bunların her birinin bizim davranış kalıbımız haline gelmesi demektir. Tamamen davranış kalıpları arasına soktuğumuz ve böylece ahlakı, ilkeler dizisi olmaktan çıkardığımız için İslam düşüncesi içerisinde artık onu düşünemez, tartışamaz ve yoklayamaz hale geldik. Bu ise İslam dünyasının en büyük sıkıntısı oldu. Bu konuda 11. ve 12. y.y. da ki bilgi kalıplaştı ve 13.y.y dan bu yana artık konuşacak hiçbir şey kalmadı. Arada 8-9 yy’lık bir boşluk esnasında şekillenen İslam geleneği üzerine de konuşmak tartışmak yoluna gidilmedi.

Şekilcilik konusunda o kadar ileri gittik ki dinin genel ilkeler ve kurallar koyduğunu fakat koyduğu ilke ve kurallara hacim getirmediğini göz ardı ettik. Eğer Kur’an-ı Kerim’in vermiş olduğu kurallar, ilke ve idealler, emirler, kodlansaydı, yani; “adalet bu hareketle, ahlaklılık şu hareketle mümkün olur” diyerek sınırlansaydı Kur’an-ı Kerim’in evrensel olması zaten mümkün olmazdı. Şekilcilik konusunda çok ileri gittiğimizin göstergesi bizdeki kılık kıyafet anlayışıdır. Kılık kıyafet bizde önemlidir. Gidilen toplantılarda, okullarda önce kıyafetlere bakılır. Ondan sonra protokol konuşmaları gelir. Bu nevi protokoller ve ritüeller ne kadar çoğalırsa içerik (mânâ veya iç anlam) o kadar boşalır. Ayrıntılı ibadet ve şekle ne kadar girilirse, görünür olan kısım ne kadar önemli tutulursa ahlaki derinlik de birbirleriyle ters orantılı olarak o kadar azalır.
Ahlaki değerler insanüstü bir otoriteye dayandırılmalıdır. Eğer otorite Tanrı’dan başka bir kaynak ise o değerlerin ömrü, kişinin veya toplumun değiştiği yere kadardır. Yaptırım gücü insandan insana değil Tanrı’dan insana olmalıdır.

Sadece Tanrı buyurduğu için yapmak veya doğru kabul etmek yeterli değil o buyruğun nedenini de bilmek gerekir. Burada “Tanrı’nın işine akıl sır ermez, bu bizim kavrayışımız dışındadır” savunmasının ardına sığınmak haklı bir gerekçe değildir. Çünkü nedenler ahlak tartışmalarında, hayati bir öneme sahiptirler.

“ Ahlak” Diyanet’in İslam Ansiklopedisinde şöyle tanımlanıyor:

“Ahlak Arapça'da "seciye, tabiat, huy" gibi manalara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Sözlüklerde çoğunlukla insanın fizik yapısı için halk, manevi yapısı için hulk kelimelerinin kullanıldığı kaydedilir (Lisanü'l-Arab, "hlk" maddesi). Başta hadisler olmak üzere İslamî kaynaklarda hulk ve ahlak terimleri genellikle iyi ve kötü huyları, fazilet ve reziletleri ifade etmek üzere kullanılmış; özellikle iyi huylar ve faziletli davranışlar hüsnü'l-huluk, mehasinü'l-ahlak, mekarimü'l-ahlak, el-ahlaku'l-hasene, el-ahlaku'l-hamîde, kötü huylar ve fena hareketler ise süü'l-huluk, el-ahlaku'z-zemlme, el-ahlaku's-seyyie gibi terimlerle karşılanmıştır. Ayrıca ahlak yanında yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi günlük hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranış ve görgü kurallarına, terbiyeli, kibar ve takdire değer davranış biçimlerine, bunlara dair öğüt verici kısa ve hikmetli sözlere ve bu sözlerin derlendiği eserlere edep veya adab da denilmiştir. İslami literatürde edep terimini ilk dönemlerden itibaren özel davranış alanları hakkında kullanılırken ahlak, tutum ve davranışların kaynağı mahiyetindeki ruhf ve manevi melekeleri, insanın ruhi kemalini sağlamaya yönelik bilgi ve düşünce alanını ifade etmiştir.”

.... “Kur'an-ı Kerim'de ahlak kelimesi yer almamakla birlikte, biri "adet ve gelenek", diğeri de "ahlak" manasında olmak üzere iki yerde ( Şuarâ 26/ 137 ve el-Kalem 68/ 4) ahlakın tekili olan huluk kelimesi geçmektedir. Ayrıca pek çok ayette yer alan amel teriminin alanı ahlakî davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur. Bunun yanında birr (iyilik), takva, hidayet, sırat-ı müstakim, sıdk, arnel-i salih, hayır, maruf, ihsan, hasene ve istikamet gibi iyi ahlaklılık; ism, dalal, fahşa, münker, bağy, seyyie, heva, israf, fısk, fücur, hatîe, zulüm gibi kötü ahlaklılık ile aynı veya yakın anlam ifade eden birçok terim vardır.
Hadislerde ise bu terimler yanında ahlak ve hulk kelimeleri de kullanılmıştır. Görünür alemin yegane mükellef ve sorumlu varlığı olarak insanı tanıyan Kur an-ı Kerim, bu sebeple onun ahlaki mahiyeti konusuna özel bir önem vermiştir. Buna göre Allah insanı en güzel bir tabiatta yaratmış (et-Tin 95/1- 4), ona kendi ruhundan üflemiştir (el-Hicr 151/29). Bu sebeple insanlığın atası olan ve bütün insanlığı temsil eden Hz. Adem karşısında Allah’ın emri gereğince melekler secdeye kapanmıştır. Ancak insanın bu üstün ruhi cephesi yanında bir de topraktan yaratılan beşeri cephesi vardır. işte insandaki bu ikilik onun ahlaki bakımdan çift kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. "Allah insan nefsine fücrunu (günahkârlığını) da takvasını (Allah’tan korkmasını) da ilham etmiş ". Yani ona iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiştir. Dolaysıyla "nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense hüsrana uğramıştır'' (eş-Şems 91/ 9-10). Kur'an-ı Kerim'in insanın ahlaki mahiyeti hakkındaki bu dengeli yaklaşımı, onun ahlaki hüküm ve tercihlerini de aynı şekilde değerlendirmesine yol açmıştır. işte Kur'an'ın insan hakkındaki bu ihtiyatlı iyimserliği islam ahlakının temelde dini kaynaklı olması sonucunu doğurmuştur.”

2- ALEVİ KÜLTÜRÜ VE ALEVİLİKTE “GÜZEL AHLAK”

A- ALEVİ KÜLTÜRÜNÜN ve ÖĞRETİSİNİN SÖZLÜ/ YAZILI KAYNAKLARI 1- Sözlü kaynaklarda “Ahlak”
Geneleksel kırsal kesim Alevi topluluklarında, Dedeler ve Aşıklar saz eşliğinde söyledikleri deyişlerle, nefeslerle, duazmanlarla birçok geleneksel sözlü veriyi bugüne taşımışlardır. Müzik de bu aktarım içinde çok önemli işlevler üstlemiştir. Bu deyişlerle, nefeslerle, duazmanlarla bâtınî İslamîn karışık içeriği gayet saf ve öz biçimde nesilden nesile yüzyıllardır şiirsel anlatımlarla aktarılmıştır. Deyişleri yüzyıllardır Aleviler arasında söylenen pek çok Alevi Ozanı bulunmaktadır.

Sözlü kültürümüzden “Ahlak” tan iki ufak misal verelim:

Ne diyeyim şu erkânı kurana
Yuf çekerler bu meydanda yalana
Üç yüz altmış merdiveni bilene
Kör meydanı değil gör meydanıdır
Abdal Musa

Seyran edip şu alemi gezerken
Uğradım gördüm bir bölük canları
Cümlesinin erkânı bir yolu bir
Mevlam bir nurdan yaratmış onları
Kul Himmet

2- Yazılı temel kaynaklarda “Ahlak” a- Temel ana kaynak Kur’an ve Kur’an’da “Ahlak”

Ahlâk ve Din kavramlarının ilişkisini âyetler çerçevesinde ele alalım. Âyetlerde, Peygamberimizin, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini, ahlâkının Kur’ân olduğunu, Kur’ân’da emredilenleri yapıp yasak edilenlerden de kaçtığını, hayatının bütün safhalarına bakıldığında numûnelerinin görülebileceğini vurgulanıyor. Âyetlerde Peygamberimizin güzel ahlâk üzere olduğu Allah’a inanan, Ahiret gününe kavuşmayı isteyenler ve Allah’ı çokça zikredenler için “iyilik misali” olduğunu dolayısıyla hem bir müslüman hem İslâm Toplumu hem de dünya için “örnek” yaşamı ile örnek olduğu yazılı.

Daha önce yapılan alıntıdan sonra Diyanet’in İslam Ansiklopedisindeki “Ahlak” maddesinden devam edelim:

“Hz. Peygamber: "Helal de haram da bellidir; bu ikisi arasında ise şüpheli durumlar vardır . Şüphelerden sakınan kişi dininin şerefini korumuş olur" (Buhârî, "İman",39; "Büyü", 2; Müslim, "Müsâkât", 107- 108) buyurmuş ve böyle durumlarda kalp ve vicdanın verdiği hükme uymayı öğütlemiştir. Ne var ki Kur'an ve hadislerde vicdanın hükümleri ihtiyatla karşılanmıştır. Çünkü insan nefsi kendisine kötülük ve edepsizlikler telkin eden şeytanın baskısı altındadır (el-Bakara 2/ 169) Ayrıca islami terminolojide heva adı verilen kötü arzu ve eğilimler ile şuursuz taklit de ahlak ve fazilet yolunun engelleri olarak gösterilmiştir. Nitekim Kur an-ı Kerim kötü arzuların esiri olan insanı hevasını tanrı edinen" (el-Furkan 25 / 43; el-Casiye 45 / 23) şeklinde tanıtmış, öte yandan yanlış yolda olan atalarını taklitte direnenleri. "Onlar sağır. dilsiz ve kördürler; akıllarını kullanamazlar" (el-Bakara 2/170-171) ifadesiyle eleştirirken bu arada dini hükümlerle selim aklın hükümlerinin birbirini desteklediğine işaret etmiştir.”

.... “ İslam dinî (...) insanın nefsini dizginlemesi, tabiatını öfke ve şiddetten koruması anlamına gelen hilm ve şefkati koydu; bu suretle insana, o güne kadar kendi dışındaki varlıklara çevirdiği mücadele enerjisini kendi nefsinin kötü temayüllerine karşı yöneltmesini öğretti.”

Kur’ân-ı Kerîm, zaman zaman önceki kavimlerin olumlu veya olumsuz yönlerinden ahlâk, tavır, hal ve hareketlerini zikrederek ibret almamızı ve övülen davranışlara yönelmemizi, kötü hal ve hareketlerden sakınmamızı tavsiye eder. Nahl Sûresi’ndeki 3 emir ve 3 yasak âdeta İslâm Dini’nin özünü ve ahlâkî esaslarını (ma’rûfu) ve nehiy ettiği hal ve hareketleri (münkeri) özetlemiştir.

90. Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O,düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
(Nahl suresi 16/90 Diyanet 2011 meali)

Bu ayetten anlaşıldığına göre dünya düzenini sağlayan üç ilke sayılıyor; buna karşılık üç çirkin davranış da yasaklanıyor. Adalet, İhsan ve akrabaya yardım düzen sağlayan ilkelerdir:
- Adalet: Herşeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
- İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, Bağışta bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmek demektir. İbadette ihsan: Allahı görür gibi ibadet etmektir.
- Akrabaya yardım: Uzak ve yakın akrabaya iyilik etmek, ihtiyaçılarını karşılamak ve onlara karşı iyi davranmak demektir.

Bu ayette bahsedilen çirkin davranışlar ise:
- Hayâsızlık (Fahşâ): Yalan, iftira ve zina gibisöz ve fiilele işlenen günah ve çirkinliklerdir.
- Fenalık (Münker): Şeriat ve aklıselimin beğenmeyip fena kabul ettiği iş ve davranış demektir.
- Azgınlık (Bağy): İnsanlara karşı üstünlük iddia edip onları, zulüm ve baskı altında yaşatmak demektir.

Kur’ân-ı Kerîm, ahlâk konularını herhangi bir Ahlâk kitabı gibi sistematik olarak ele almamakla birlikte eksiksiz bir ahlâk sistemi oluşturacak zenginlikte teorik ilkeler ve amelî yapım kuralları getirmiştir. İşte bunlarda birkaç önemli olanı:

Âl-i İmran 3/ 134- 135 ve 159 (Diyanet 2011 mealinden)
134. “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanları sever.”

135. Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir”
...
159. Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tanbağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

Mâide 5/27
27. (Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.

Nûr 24/ 21-31
21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. 22. İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
23, 24. İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü’-min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.
25. O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.
26. Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.
27. Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.
28. Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah,yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
29. İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir. 30. Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
31. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

Tabii Alevi kültürü Kur’an’ı okurken “akıl/us” ve “ilim” ile okumayı öneriyor. Böyle bir yaklaşımı Doç. Dr. Şahin FİLİZ “Ahlak Felsefesi, Ahlakın İnsani ve Dini Temelleri” adlı yazısında İslam Ahlakı hakkında şöyle izah ediyor:

“ Geleneğin etkisi altında şekillenen ahlak anlayışına ve yanlış yorumlamalara göre Müslüman birey, sürekli kendisinden bir şeyler istenen insan durumuna getirilmiştir. Herkesin bir talep listesi var elinde. Tanrı bir şeyler istiyor, peygamber bir şeyler istiyor, İslam alimleri bir şeyler istiyor, devlet de bir şeyler istiyor… O zaman özgür birey ortadan kalkıyor. Bireyin istekleri, beklentileri, insan olarak talepleri dikkate alınmamış oluyor, burada böyle bir eksiklik var.

Allah bizi kendi suretinde yarattıysa, zaaflarımızı, isteklerimizi, beklentilerimizi şüphesiz daha iyi bilir, ama bunu bizim ortaya çıkarmamız gerekir. Bize düşen şey insani beklentilerimizi, amaçlarımızı kendisinde bulabileceğimiz bir ahlak sistemini yeniden yapılandırmaktır.

İslam dininin içinden yeni bir ahlak anlayışı çıkarılmalı, bunun için ise ilk önce tenzih ve teşbih düşüncesi dengelenerek insanla Yaratıcı arasında daha antropomorfik (bizim algılama düzeyimizde) bir ilişki kurulmalıdır. Tenzih ederken Zat olarak farklılığı vurgulanmalı, teşbihte bulunurken de sıfatlar yoluyla Tanrı-insan dengesi iyi oturtulmalıdır.Yaratıcıyı kendisinden çok üstün, çok ulaşılmaz bir varlık olarak gören bir genç veya birey herhalde Tanrı’yı “nasıl olsa ulaşılamaz” düşüncesiyle o kadar fazla sevmez ve söylediklerini de o kadar fazla dikkate almaz. Bu ise İslam ahlakının hedeflediği bireyin yetişmemesi anlamına gelir.

Müslüman birey kendisini özgür bir birey olarak görebilmeli ve bu özgürlük içerisinde Tanrı’yla rahatlıkla ilişki kurabilmelidir. Ailemizden örnek vermemiz gerekirse; ailesiyle ilişkisi sadece itaate dayalı çocukların anne-babasıyla olan bağı, kan bağından öteye geçemez, bir süre sonra da kaçış başlar.

Tanrı’yla sağlıklı ve ahlaki bir irtibat konusunda bize mutlaka yardımcı olabilecek kaynaklar vardır. Mesela Allah’ın sıfatları, insanla Tanrı arasında köprüler kurar ve bizim sağlıklı bir ahlak anlayışı oluşturabilmemize yardımcı olur. Bu nokta üzerinde biraz kafa yorduğumuz zaman sanıldığının ve yerleşen kanının aksine ahlakın emirler yığınından ibaret olmadığını görürüz. İslam dünyası bugün ahlakı sadece böyle gördüğü için günümüz problemlerini çözmede ve isabetli bir ahlaki yaklaşım sergilemede tıkanmış durumda.

Diğer taraftan İslam dünyası her konuda olduğu gibi bu konuda da model sorunu yaşamaktadır.

Yeni bir ahlak anlayışı oturtabilmek için bize ait ve somutlaştırabileceğimiz modellere ihtiyacımız var. Başta Peygamberimiz olmak üzere her biri önemli değerler içeren şahsiyetlerimizi, hiç ulaşılamaz ve soyut olarak ortaya koyduğumuz için çocuklarımızın çizgi filmler vasıtasıyla sevdikleri kahramanlarla özdeşleşmesinin önüne geçiremiyoruz. Bu şahsiyetlerin geleneğini, düşüncelerini, mirasını aktarmamız bu zihniyetle mümkün değil. Ne filmlere alabiliyoruz, ne edebiyata dönüştürebiliyoruz, ne de kahraman haline getirebiliyoruz. Çocuklar Charles Dickens’i, Balzac’ı, Dostoyevski’yi daha çok seviyorlar. Neden Hz. Peygamber’i, Mevlana’yı, Yunus’u bu günün çocuğu gönülden sevemiyor? Çünkü her biri onlar için muhayyel bir varlık olmaktan öteye geçemiyor.

Allah bile bizimle sıfatları yoluyla, antropomorfik öğeler kullanarak ilişki kurmaya çalışıyorsa, bizim Peygamberimizle kurmaya çalıştığımız ilişkimiz de öyle olmalı. Hem de peygamber daha fazla antropomorfik olmalı. Aksine biz öyle ulaşılamaz portreler çiziyoruz ki onu örnek alarak bir peygamber ahlakı oluşturmamız mümkün değil. Sadece en büyük insan, en muttaki insan gibi ifadelerle bu şahsiyetleri bitirip tüketiyoruz.”

(http://www.hazardernegi.org/ahlak-felsefesi-ahlakin-dini-temelleri/)

Tanrının antropomorfik (insan şeklinde) olması üç semavi dinin kaynakları incelendiğinde öne sürülebilecek bir iddiadır. Bu, dinlerin kutsal metinlerinde var olan ifadeler akla insan şeklinde bir tanrıyı getirmektedir. Bu sadece yahudilik ve hıristiyanlık için değil islam için de sözkonusudur. Cennetinde dolaşmaya çıkan, peygamberiyle tokalaşan, elini peygamberinin sırtına koyup elinin soğuğunu hissettiren, peygamberine yer açıp yanına oturtan bir tanrıdan bahsedilir. İslam dünyasında tanrıyı antropomorfik olarak gösteren ifadelerin teşbih (benzetme) olduğu, mecazi ( gerçek olmayan) anlamları olduğu noktasında açıklamalar vardır ancak ifadeleri doğrudan anlamları ile kabul edenler de vardır.

b- Aleviliğin ilk yazılı kaynaklarında Ahlak:
1- Nech’ül Belaga: Ali ibn Ebu Talib'e isnad edilen metinlerin toplandığı kitaptır. Hz. Ali’nin hayatı boyunca söylediği önemli sözler, İslâm dininin esaslarına ve o esasın gerektirdiği hükümlere, kanun koyuculuğa ve tatbikatına ait olmuş, ayrıca sosyal, ekonomik ve toplumu ilgilendiren meselelere değinerek bunları sınırsız bir bilgi kudretiyle açıklamıştır.
İslâm dininin toplumsal ve ahlâki yönünü aydınlatıcı ve şüpheleri giderici, meçhul birçok konulara ışık tutucu, ayrıca tarihî olayları sebep ve sonuçlarıyla açıklayıcı Hz. Ali’nin söz, hutbe, öğüt, vasiyet, mektup, vecize ve duaları Şerif Râzî adıyla tanınan diye tanınan Şii âlimi Ebû’I-Hasan Muhammed bin Ebi Tahir Ahmed el-Huseyîn bin Musa (Milâdi: 970-1016) tarafından toplanıp bir araya getirilmiş ve buna “Nehcü’l-belâğa” adı verilmiştir. Hz. Ali’nin, 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşur.

2- Ali Divanı: Hz. Ali tarafından söylenmiş manzum sözlerin (şiirlerin) Şerif Murtaza (Şerif Râzi’nin kardeşi Ebu’l-Kasım Ali bin Tahir'in) (öl.1044) derlediği ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bilginlerinden Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin’in manzum olarak 1769-72 tercüme edip açıkladığı “Hazret-i Ali Divanı ve Açıklaması”. Hazret-i Ali tarafından çocukluk yıllarından başlayarak olgunluk ve ihtiyarlık yıllarının son demlerine kadar söylenen manzum söz ve şiirler, münâcat (Allah’a dua etme)ve nasihatleri ihtiva eden düşüncelerin düzenlenip bir divanda toplanmasıdır.

3- Ümmü-l Kitâb: Aleviliğin elimizdeki bilinen en eski yazılı kitaplarından biri. Beşinci imam Muhammed Bâkır’ın (676-733/4) öğrencisi ve müritleriyle soru-yanıt yöntemiyle yaptığı konuşmaları, Bâtınî bağlamda dinsel-inançsal görüşlerini içermektedir. Kitap 8.yy.ın ilk yarısında yazılmıştır. (Türkçesi İsmail Kaygusuz; Demos yayınları 2009)
Ayrıca Ummu’l Kitab’da, günümüze ulaşmamış dört yazılı kaynağın adı geçmekte ve bunlardan alıntılar yapıldığını görmekteyiz:
a. İmam Bakır’ın kendisine ait olduğu söylenen Daka’ik sifati’n-nur wa’l-anfus (Nur Sıfatının ve Anfus’un (Nefsin) İncelikleri)
b. İmam Ali’ye atfedilen Kitabu’l-ikhbarat (Haberler/Hadisler Kitabı)
c. Yazarı bilinmeyen Kitab-i ma Ahli Beyt (Bizim Ehlibeyt Kitabımız)
d. Yazarı belirsiz Kitabhayi Nihani (Gizli Kitaplar)

c- Aleviliğin yazılı erkânnamelerinde Ahlak:

1- Kitâbu'l-Mecmû: Arap aleviliği Nusayriliğin en önemli kutsal kitabı olarak tanınmaktadır. Nusayriliğin ikinci kurucusu olarak tanınmış Şeyh Yaprak adı ile şöhret bulan Hamdan el-Hasibî (873-957) bu eseri onaltı sureden oluşur.

2- Fakr-nâme: Çağatay Türkçesi ile yazılmış ilk erkânname olan Hace Ahmet Yesevî’nin Fakr-nâme nüshaları Taşkent, Duşanbe ve Almatı Kütüphanelerinde bulunur. Fakr tasavvuf kültürü ve edebiyatında “manevi yokluk” veya “Allah’a muhtaç olduğunun farkında olmak” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Orta Asya'da Türkler arasında İslamiyet’in ve tasavvufun yaygınlaşmasına öncülük eden Ahmed Yesevî’nin, Türkçe yazdığı “Hikmetler”i yanı sıra tasavvuftaki incelikleri, tarikât adabını, usulünü, erkânını, kâmil bir şeyhin, bir dervişin vasıflarını, tasavvuftaki “Dört Kapı Kırk Makam”ını Fakr-nâme adlı eserinde ele almıştır.

3- Makalat: Hacı Bektaş Veli’nin “Makalat” adlı erkânnamesi Ahmet Yesevi’nin “Fakrname”sine çok yakın, 4 kapı, kırk makam eğitimini zenginleştirdiği eseridir. 14.yüzyılın sonunda yazılmış Sâdık Abdâl Divânı’nın günümüze ulaşmış nüshasında Makâlât’ın tanım ve içeriğine ilişkin beyitlerde şunları okuyoruz:

“Onun(Hacı Bektaş’ın) ayin ve erkânı benzersiz nurdan delildir. Tanrıya kavuşmanın rehberi onun işareti olan Makâlât’tır. Ve ondaki nur açıkça cümleye yolgöstericidir. Makâlât’ta Tanrının varlıklarla bir olduğu (ilâh-ı vâhid-i mevcud) dolaylı olarak anlatılmıştır. Onu okuyan olgunlaşır, kemal ehli olur ve kendilerine yardım ulaşır. Hacı Bektaş’ın en kutsal sözleri Makâlât-ı Şerif’tedir. Kelimeleri öyle güçlüdür ki, her birinde bin hikmet (bilgelik) vardır. Onun erkân olarak buyurduğu ilkeler aynısıyla Hakk’ın sözleridir. O erkânı yürütmede ehil olanlar bilsin ki, şerefli ve yücedir. Bize Pir’imizin o Makâlât’ı yeter!”.

“Makalat”ta Hacı Bektaş kendisine bağlı olanların ibadetlerini de gösteriyor, sonunu da “…Ve insanoğlu için en önemli ibadet; doğruluk ve insan sevgisidir.” diye bağlıyor.

Hararet nardadır, sac'da değildir,
Keramet baştadır, tac'da değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.

..diyen Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta bulan anlayışıyla, barışı, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, Alevi-Bektaşi öğretisinin temelini oluşturan İnsan-Tanrı-Doğa sevgisine dayanan hümanist ahlâk ve yaşam felsefesi ile öğretisinden kaynaklanmaktadır. O'nun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır.

4- Buyruk: İmam Cafer Buyruğu (kısaca Buyruk) ayrıca Menakıb-ı Evliya, Menakıpname, Fütüvvetname gibi çeşitli adlarda taşır. Alevi inancının, kurallarının ve davranışlarının, törenlerde izlenecek yolun-yöntemin açıklandığı, Kur’an’daki ayetlerin nasıl yorumlanması ve anlaşılması gerektiğini İmam Cafer’e dayandırarak anlatan erkânnamedir. Genellikle İzmir ve Malatya elyazmaları esas olarak alınır. İmam Cafer’in ürünü olarak kabul edilse de sonraları müritleri tarafından “Bisatî” adı altında 16cı yüzyıl sonlarında kaleme alınmış olması büyük ihtimaldir.

Buyruğun İzmir Yazması "Bismillahirrahmanirrahim" adlı bölümle (Fuat Bozkurt’un hazırladığı “Buyruk”;Kapı yayınları s. 6) başlar. Önsözü durumunda olan bu ilk bölüm bütün yazmalarda yer alır. Günümüz türkçesiyle şu izah edilir:

ESİRGEYEN VE BAĞIŞLAYAN TANRI'NIN ADI İLE

Bu Buyruk, tümüyle İmam Cafer Sadık'ın sözlerinden oluşur. Onun sözleri açık ve kesindir. İnananlara Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat kapıları ile bunlara ilişkin bütün erkân anlatılmıştır. Tarikat yolunun pirleri ile erkâna varan talip, sofu kardeşlerin neler yapmaları gerektiği tüm inceliği ile açıklanmıştır. Resul soyundan gelen pirler ve inananlar buna göre davransınlar, buna göre yol erkân sürsünler!.. Buna göre davransınlar ki, onların Muhammed ümmeti oldukları belli olsun. Ve de o zaman onlara Müslüman denebilsin!

3- ALEVİLİKTE “GÜZEL AHLÂK” ÖGELERİ

Bugün Alevi Kültürünün “Güzel Ahlâk” ilkelerini simgeleyen, Aleviliğin tüm idealerini canlandıran üç gizemli anlatısı vardır: Kırklar Cemi, Rıza Şehri ve Hızır. Her üçüde bütün Alevi ilkelerini akılda rahatlıkla kalacak ve kolayca aktırılacak hikaye şeklinde özetleyen bir anlatımdır. Kırklar Cemi, değişik Cemlerin ilk örneği (prototip), temelidir.
Kırklar Cemi aynı zamanda bir alevinin, Alevi Dinbiliminin Cem’deki dinsel söylevi güncel yaşamda Alevi Kültürüyle nasıl yaşandığını, Hz. Muhammed’ın gözleriyle masalımsı halk diliyle anlatımıdır. Rıza şehri ise bir alevinin yaşayabileceği ideal ortamı dışarıdan gelen birinin gözleriyle anlatır. Alevi Kültürünün ve felsefesindeki ideal yaşam hayallerinin somut bir şekilde nasıl gerçekleşebileceğini ve nasıl bir ortamda sorunların halledileceği anlatılır. Hızır anlatımıyla ise soyut düşünceden somut çözümlere geçişte her zaman sorunlarımızın olacağı ama bunların aşılabileceği ifade edilir.

A- Kırklar Cemi kıssasından Ahlâk ile ilgili hisseler:

- Miraçta “Kutsal Hedefine” (Hakk'a) ulaşmak için “Hatem” (imza) yüzüğünü bile feda etti (yani peygamberlik imzasını/mühürünün bulunduğu yüzüğünü), aslana verdi ve yoluna devam etti.

- Tanrı, süte sevgiyi, bala aşkı, elmaya dostluğu koyarak üçünü de cennet ürünü olarak insanlara bağışlayıp yolladı. Yani cennet ürünleri yeryüzünde.

- Hz. Muhammed’e peygamber olduğu için değil "Yoktan var olmuş bir yoksul oğlu” olduğu için kapılar açıldı: mütevazi olmak, Allah’ın verdiğiyle şerefle övünmemek gerekir.

- Hz.Muhammed, Hz.Ali'nin yanına oturdu. Ama onun Hz. Ali olduğunu anlamadı: Peygamber bile yanındakinin kim olduğunu ve değerini anlamayabilir.

- “Bizim kırkımız birdir, birimiz kırktır" diye eşitlik ilkesini belirlediler

- "Biriniz eksik olsa bile O bizle" evrensel dayanışma, Birlik ilkesi

- Hz. Ali'nin kolundan kan akmaya başladığında diğerlerinin de kolundan kan akar; Kırklar'dan biri Hz. Ali'nin kolunu bağladığında tümünün kanı durdu. Acıları ve sevinçlerin Birlikte paylaşılması ilkesidir.

- Hz.Muhammed'in bir üzüm tanesini nurdan tabak içinde ezip Kırklara şerbet eyledi ve Kırklar o şerbetten içtiler, tümü ilk yaratılıştaki gibi sarhoş oldular: az dahi olsa rızk paylaşılınca doyurucu olup zevk veririyor.

-Allah diyerek el ele verdiler Üryan büryan semaha girdiler ve ilahi bir nur içinde sürdüler: Kişiler Birlik olunca yüceleşiyor.

- Hz.Muhammed'in başından mübarek imamesi düştü, kırk parça oldu. Kırklar'ın her biri bir parçasını aldı: Birlikte birinin yüceliği hepsinin yüceliği oluyor.

B- Rıza Şehri kıssasından Ahlâh ile ilgili hisseler:

- Rıza Şehrinde yaşayanlar Dış Kapıları ve Gönül Kapılarını Kilitlemezler.
- Rıza Şehrinde Şiddet yoktur.
- Rıza Şehrinde Mutluluk ve Acılar paylaştırılır.
- Rıza Şehrinde Zorlama yoktur.
- Rıza Şehrinde Yalan, dolan, fesat, kin, nefret ve iftira yoktur.
- Rıza Şehrinde insanlar eşit statüdedirler, kimsenin üstünlüğü ve önceliği yoktur.
- Rıza Şehrinde her şey Rızalık ile olur, Rızalık ile sağlanır.
- Rıza şehri tasa ve kıvançta birleşen insanların şehridir. Rıza şehrine yoksullar
doyurulur, çıplaklar giydirilir, yüzler güldürülür.
- Rıza Şehri, Rızalığa Razı olanların şehridir.
- Rıza şehri Aleviliğin idealidir.

C- Hızır, Kader ve İnsan İradesi
Beklenen veya beklenmeyen iyiliği yapan Hızırdır. İnsanları sınavdan geçirir, bazen bir derviş, bazen bir yoksul kılığına bürünür. Aç olduğunu söyler, iyilikle karşılık verenleri ödüllendirir, tam tersine kendini kovup açlığını gidermeyenleri cezalandırır. Demek ki “Hâl ve Tutumumuz” iyilik ve kötülük seçimlerimizi sadece “Kadermiş” diye bir kenara bırakmıyoruz. Bunu irademizle veya Hızır’ın yardımıyla değiştirmemiz mümkün mü?
Kader Allah’ın, olmuş ve olacak her şeyi bilmesidir. Yüce Allah’ın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün şeylerin yerini ve zamanını, özelliğini ve niteliğini sonsuz ilmiyle bilip takdir etmesi ve bununla birlikte sınırlaması anlamına gelmektedir.
59. Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
(En’âm suresi 59. Diyanet 2011 meali)

22. Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.
23. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
(Hadid suresi 22 ve 23. Diyanet 2011 meali)

Var olan her şeyin bir Kaderi vardır. Ama “alın yazısı” olarak nitelendirilen kader de bir bütün içinde değerlendirilmelidir. Yüce Allah, Kur’an’da “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık” (Kamer Suresi, 49) diyerek her şeyi dengeli bir ölçü ve planla yaratmıştır. Allah, tüm insanları kendi özgür iradeleriyle yapacağı seçimlerin nerede, ne zaman gerçekleşeceğini, zamanla sınırlı olmayan kudretli ilmiyle bilir ve buna göre dileyip zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu bağlamda Allah’ın ilmi, kulun seçimine göre olup, Allah’ın sonsuz manadaki ilminin ve bilgisinin, kulun özgür iradesinde ve seçiminde zorlayıcı bir etkisi söz konusu değildir. Özetle insan sınırlı olmak kaydıyla eylemlerinde hürdür ve irade sahibidir. Bu zorunluluk ölçülü bir zorunluluktur. Yüce Rabbin, bizim yapacaklarımızı bilerek yazması, bizi o şeyleri yapmaya zorlamaz.
Buna karşı görüş ise kişinin kendi kaderini yarattığını -insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır- iddia eder. Yüce Allah’ın geleceği bilmesi de kişiyi o geleceğe mahkûm kılmaz. Aksi takdirde cinayet işleyen kişi “Allah yazdı ben de cinayet işledim” demek hakkına sahip olurdu. Bu durumda katili cinayete zorlayan Allah olurdu ve kişiye bu konuda hesap sorması zulüm olurdu. Halbuki iyiyi veya kötüyü yaratan Allah, o Allah kötüyü bir imtihan vesilesiyle yarattığını söylemiştir ve kötüden razı olmadığını da ilan etmiştir. İyiyi yaratıp da iyiden razı olduğunu da beyan eden yine yüce Allah’tır. Allah mümkün iradesiyle her şeyi bilir ama özgür iradeli insanları o ortama koyar. Her insan kendi iradesiyle seçim yapma imkanına sahiptir.
4-ALEVİ İNANCINDA SOMUT OLARAK “GÜZEL AHLAK”IN GERÇEKLEŞMESİ

Alevi İnancının hedefi Muhammed'e inen ilk beş ayette özetlidir:

“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla! O, insanı “alâk”dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”
( Alâk suresi 96/1-5)

Rabbin insanı yarattığı “Alâk”in anlamı iki yönlüdür: fiziken cenini oluşturacak ilk hücre ve ruhen aşk ve sevgiyle yaratılan insandır. Aşkla yarattığı insana bilmediğini öğretmek ve bu bilginin kalıcı olması için da kalemle yazmayı öğretmekle Tanrının hedefi, yarattığı insanın kendi içinde Tanrı’nın nûrunu ve varlığını bulup, Tanrıya ulaşmasını ve “bir” olduklarını anlamasını sağlamaktır.
İnsan dünyaya geldiğinde ruhu hamdır, çiğdir. Bir alevinin dinsel yaşamının amacı, Tanrının sözleriyle bilmediğini öğrenerek “ham ervâhlıktan çıkıp pişmesi”dir yani ruhsal olgunlaşması ve içindeki cevheri bulmasıyla “Kâmil İnsan” olup “Hakk ile hâk olmak”tır. Bilgi, içimizdeki Allah’ın nûr'una varmayı sağlayan bir yol göstericidir. Bu yolda ancak “Güzel Ahlâk” ile yol alınır. Bu kişisel hedefle “Kamil İnsan” olduktan sonra “Hakk'tan halka” dönerek, olgunlaşmanın asıl hedefi olan toplumsal hedefe yönelip, halk içinde Hakk’ı bulup (çoğunlukta birliği bularak) başkalarına destek olup onların da “Kamil İnsan” olmalarına yardımcı olmak ve “Rıza Şehri” idealini gerçekleştirmeye çalışmaktır.
Ruhu ham olan bir alevinin olgunlaşması, kendisinin belirleyeceği ölçütlere göre tanımlanmaz. Alevilik, ‘Mürşid’, ‘Pîr’ ve ‘Rehber’ huzurunda ikrar vermiş bir aleviye olgunlaşması için bazı ilkeler ve belli bir yol, yöntem sunar. “Eline, diline, beline hâkim ol” edep ilkesi sahibi olmasını ve “Dört Kapı Kırk Makam” dinsel eğitim aşamasında imkanlarının el verdiği kadar ilerlemesi sağlar.

1- İkrar
Genel olarak Alevi erkânı, Yol’a girmek için hazırlanan Talip’in ikrarı ile doğum, ölüm, sünnet, evlenme gibi toplumsal olgularla, bireylerin görev ve yükümlülüklerine ve davranışlarına yön vermektedir. Erkânların içeriğinde yer alan biçim ve uygulamaların, yapılan her davranışın, kullanılan her simgenin bir anlamı vardır. İkrar, Yol’a girmek için verilen sözdür. Arapça "karar" dan gelen "ikrar" kelimesi "kararlaştırmak" demektir. "Dil ile söyleme, tasdik, kabul etme, inancını söylemek" anlamlarına gelir. Bu nedenle sözünden dönmeyeceğini söylemeye ikrar vermek denir. Bektaşilikte daha çok "nasib almak" sözü kullanılır.
İkrarın temelinde Kur’an’nın Fetih suresi 10cu ayeti (ayrıca Ali İmran Suresi 103, Fetih Suresi 18, Tahrim Suresi’nin 12. ayetleri) vardır:

“O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey'atleşiyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Yaşar Nuri Öztürk meali)

Yola girmek ve yol evlâdı olmak isteyen istekli (Talip) dileğini, isteğini açıklamak için önce bir rehber bulur ve bilgi edinir. Talibin düşüncelerini anlayan Rehber durumu Mürşid’ine, Dede’ye ya da Baba’ya bildirir. Talip bir süre denenir; uygunluğu iyice anlaşıldıktan sonra, kendisini yetiştirmekle görevli yol büyüklerinden nasip alır. Zamanı gelince özel İkrar Ceminde yol abdesti alır, geçmişinden arınır ve yeniden doğuşa hazırlanır.

Bu İkrar alma erkânında Dede her gence teker teker uyması gereken tarikat kurallarını söyler. Eline, diline beline sahip olmak yolun ilk koşuludur. Mürşid hak bilinecek, teberra alnılacak, tevella kılınacak, küfür, kötü söz ağızdan çıkmayacak, yalan söylenmeyecektir. Usul yerini bulsun diye ikrar vermeyin. İkrar vermek zor bir şey. Ateşten gömleği giymek gibi bir şey.“Öl ikrar verme, öl ikrardan dönme”. Bu öğütler verilirken her öğütten sonra genç “Allah eyvallah” diyerek kuralı yerine getireceğine ant içer. “ Ölümüz olur, dönüşümüz olmaz başımız açık, ayağımız yalın. Özümüz darda, yüzümüz yerde. Pir'den ne gelirse "Alllah eyvallah" dedik, durduk darına. Boynumuz kıldan ince, yolumuz kılıçtan keskin. İnandık iman getirdik. Huzurunuzda birliğe yettik" der. Pir: "Eyvallah talip! İkrarın imanına yoldaş olsun! Hak, Şahımerdan, doğru yoldan ayırmasın. Büyükleri sayacaksınız, küçükleri seveceksiniz. Ulu Tanrı'nın buyurduklarını tutup, yasak dediğini yasak, gerçek dediğini gerçek bileceksiniz. Tanrı'nın yolundan ayrılmayacaksınız.” der. Verilen hayırlıdan sonra, boyunlardaki kementler bele bağlanır.
Dede kalan tarikat ilkelerini gençlere topluca anlatır. Ardından topluma dönerek: “Yüzler yerde, özler darda, gözler erenler gözü, Nicesiniz bu yeni sofulardan?” diye sorar. Toplum “Katarları uzun olsun, evliya muratlarını versin!” der. Dede son olarak “Evvela özünüzü arayın, sonra hakka yarayın” der. Dede dar hayırlısını vererek genç sofuları dardan indirir. Posta niyaz eden gençler, dedenin ve mürebbinin ellerini öptükten sonra birbirleriyle niyazlaşır, yerlerine otururlar. Böylece gençler erenler meydanına alınmış olurlar.
Bu yola inanıp ikrar verdikten sonra bu yolun gereklerini yerine getirebilirsek ancak o zaman bu yolun gerçek anlamda yolcusu olmuş oluruz.

2- Müsahiplik/ Yol kardeşliği erkânı

Müsahiplik, Alevilerde gönül bağına bağlı yol kardeşliği anlamında kullanılır. Bu kardeşlik "Kan yolu ile akrabalık" dışında kurulan sosyal-toplumsal bir akrabalıktır. Tamamen gönüllülük esasına dayalıdır. Eş olma ikrarından yani evlenme işleminden sonraki süreçte, evli iki kişinin eşleriyle birlikte, ailelerinin ve eşlerinin rızalarını alarak, Hakk’a yürüyünceye kadar kardeş kalacaklarına, birbirlerini koruyup kollayacaklarına, birlik ve beraberlik içinde yaşayacaklarına karar verirler. Musahip adaylarının kendilerini hazır hissettikleri, rehber ve mürebbinin de bu hazırlığı, onadığı bir anda, meydan için gün tespit edilir ve gün tarihi pire de bildirilir. Dede’nin ve cem topluluğunun önünde söz verdikleri bir törenle Musahip olurlar. Musahip olanların eğitim düzeyleri, sosyal-toplumsal konumları, ve ekonomik yapılarının birbirleriyle uyumlu olmaları gerekir. Bu uyum sağlanmazsa ileride sorun çıkabilir.
Müsahip eşleri birbirinin kardeşi, çocukları da kendi çocukları sayılır ve müsahip çocukları asla birbirleriyle evlenemezler. Müsahiplikte iki taraf birbirinin hatasından ve sevabından sorumludur. Toplumsal sorumluluk ve paylaşım açısından kan kardeşliğinden daha kapsayıcı ve sorumluluk gerektiren bir işleve sahiptir ve toplumsal barışın, iktisadi bölüşümün, hakça yapıldığı bir toplumsal yapı oluşmasını sağlar. Yol’u “Rıza Şehri”ne hazırlar.

3- Edep

Her Alevi, Muhammed, Ali ve Ehlibeyt’in güzel ahlakını örnek alır ve ahlakî değerleri somut olarak günlük hayatında uygulaması gerekir. Bu uygulamalar çeşitli erkânnamelerle günümüze kadar yazılı olarak gelmiştir. Bu uygulama zorla değil rızayla olur. Rızalık, Muhibin kendi özüyle hesaplaşması ve barışması ve bunu gönül hoşluğuyla kabullenmesi; eline, beline, diline sahip çıkarak toplumla barışması ve uyumlu olması; yola zorlama olmadan girmesi, yolun gereklerini inanarak yerine getirmesidir. Yolda rıza olursa toplumda rıza olur; toplumda rıza olursa, muhibin kendi özüyle rızası gerçekleşir. Böylece üç rıza birleşmiş, el ele, el Hakk’a ulaşmış olur.
Muhip “Bencillik ve sahip olma güdüsünden” arınıp, edebi ve ahlâkı yaşamın temeline koyar. Edeb kavramı Aleviliğin en temel ve merkezi kavramlarından birisidir. Edeb, “Eline, Diline, Beline hâkim ol!” özdeyişiyle özetlenir. Kişinin olgunlaşabilmesi için her şeyden önce edeb sahibi olması gerekir:

EL: İnsanın eli her türlü iyiliğin ve kötülüğün uygulayıcısıdır. İnsan eline sahip olmadı mı katil, hırsız olur. İnsan eline sahip olursa üretir. Üreten ve yaratan, çaba sarf eden, emek harcayan insanda güzel insandır. Güzel insanda kendisinden başlayarak topluma hizmet edendir. Toplumsal huzuru, barışı sağlayandır.

DİL: Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan organdır. Bir insan dilini iyilik için de kullanabilir kötülük için de. İnsan dilini yalandan, riyadan, sahtelikten korumalı ve yalana, sahteliğe alet etmemeli, yani diline sahip olmalı. Duyduğu olumsuzlukları düzeltmeli, yalandan kaçmalı. Dilini iyi, güzel, insanı ve dolayısıyla toplumu huzura kavuşturacak şekilde kullanmalı.

BEL: İnsan kendi hayvani cinsel güdülerine hâkim olmazsa her türlü sapıklığı yapar. Sapıklık, toplumsal çürümeye, ahlâksızlığa götürür.

Alevi yaşamında kul hakkı yemeden, bireye, emeğe, beceriye ve bilgiye saygılı, bütün insanların birlikte hoşgörüyle ve uzlaşma iradesiyle yaşadıkları bir sosyal barış ortamı kurar; her dine, mezhebe ve inanca saygı duyar ve insan sevgisiyle dil, din, ırk farkı gözetmeden bakar; eşitlikçi, katılımcı, çoğulcu ve paylaşımcı düşünceyi savunur. Eşini, işini, aşını bilen insandır. Alevi inançındaki “Rıza Şehri” ideali adalet anlayışı toplumda insanların, kendi istekleriyle ilgililerin rızalığını alarak kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan bir adalet anlayışıdır. Bu utopyadaki, sevgiye ve rızalığa dayanan, insanlık ve doğa için dünya düzeninin oluşması doğrultusunda hizmet etmeyi amaçlar. Burada şu ilkeleri temel alır:
- Sevgiye dayanan, her Düşüncenin, her Duygunun, her Davranışın ve her Sözün Hükmü Hak’tır!
- Hak, her daim Sevgi’yi savunandır!
- Devlet’in ve sivil kurumların bütün kanun, yönetmelik, tüzük ve kuralları Sevgiye ve Rızalığa dayanmalıdır.

4- Cihat
Bazıları, silahlı cihatın gözlerimizin önünde Kur'an’da açıkca yazılı olarak bulunduğunu ve tek sabit anlamının bu olduğunu söyler. Diğerleri bu anlamı tamamen reddeder ve gerçek cihadın ruhsal, manevi bir düzene ait olduğunu iddia eder, bu da onu ruhun erdemlerinden biri haline getirir. Olsa olsa askeri anlamı ya tesadüfidir ya ikinci derecededir. Benzer şekilde birçok bilim adamı, cihad'ın tartışmasız bir şekilde “kutsal savaş” olduğunu, hatta insanların evrensel olarak paylaştığı hukuksal yasaları ve etik değerleri göz ardı eden, dinselleştirici bir İslam adına askeri şiddet olduğunu savunurlar. Diğerleri ise bir batı doktrini olan “haklı savaş” ile özdeşleştirerek bunu insanlığın iyiliği ve mutluluğu için bir "erdemli savaş" haline getirirler. Halbuki İslam öncesi dönemde Araplar savaş olaylarına atıfta bulunmak için “harb” veya “gaza” gibi tek anlamlı terimleri kullanırken, 7ci yüzyılın başında Kur'an metninde bu daha genel anlamda “mücadele” ve “döğüşme” olan “cihâd” ve “kitâl” kelimeleriyle ifade ediliyor. Bu semantik (kelime anlamı) kullanımın kendisi bile önemli bir evrimdir; çünkü, şayet savaş olayını ifade eden kök olarak “hrb” kelimesi Kur’an metinde altı kez gözükürse, cinayet anlamına gelen “ktl” veya mücadele ve çaba anlamına gelen “jhd” kelimesi çok daha fazla kullanılan kelimelerdir. Her köke ait kelimelerin ortak öz kaynak anlamını bulmak bir kelimeyi anlamamız için çok önemlidir. “Jhd” kelimesinin kök anlamı “verilen emek” ve “yoğun yorgunluk” hissini ifade eder.
Bu dilsel anlam, cihadı, genel olarak, “mücadele” ve “verilen emek” kavramına çekiyor. Fakat bu bile, pek çok alanı kapsadığı için “tek anlamlı” olmaktan çok uzaktır: Toplumsal ve politik (toplumun iyiliği için verilen emek ve mücadele); ahlakî (bireyin kötü eğilimlerine, nefsine, örneğin cimrilik, bencillik ya da düşmanla yüzleşme korkusu gibi ruhsal tutkularına karşı mücadele etmesi) ve silahlı mücadele (belirli bir düşmana karşı savaşmak).
Cihad kelimesi, Ebu Bekir Al-Râzî'nin (865-925) hastalıklardan bahsettiği “al-Hâwîî fî al-tıbb” adlı kitabında da, insan vücudunun yoğun çabasından (shiddat jihâd al- tabî'a) bahsederken kullanılıyor. İbn Sînâ (980-1037) “al-Qânûn fi al-tibb” adlı eserinde vücut için yorucu bir çabaya (jihâd mut'ib) neden olan bir hastalığın belirtilerini tanımlamak için aynı kelimeyi kullanır. Öte yandan, Al-Tawhidi (932-1023), “al-Muqâbasât” adlı eserinde insanı - manevi bir ilke ve bedensel bir doğadan oluşacak - doğru bir mücadelede (jihâd dâ'im) ve bir kesintisiz çaba harcamaları (kadh muttasil) içinde kullanıyor.
Büyük Ahlak (al-Adab al-kabîr) eserinde İbn-i Mukaffa (720-757) ise nefsine hakim olma ve öfke, kıskançlık, nefret ve intikam gibi tutkularına karşı mücadelenin etkinliğini ifade etmek için cihat sözcüğünü kullanır. İbn Miskawayh (932-1030) Etik Reformu (Tahdhîb al-akhlâq/ fransızca tercüme “Réforme de l’éthique”) eserinde de aynı anlamda kullanır. Çağdaşı Al-Mâwardî (974-1058) de cihadın bu tanımına bir bölüm ayırdığı “Prens'in ahlakı ve Devletin yönetimi” kitabında inceliyor. Bu incelemede, önce kendi tutkularına hakim olarak eylem ve kararlarını hakim olduğu yatışmış bir ruh sakinliğiyle, alamayan kişinin benzerlerini yönetemeyeceğini göstermiştir.
Neticede önemli olan, evrensel bir konu olan “özünü anlamak ve yönetmek” düşüncesinin yani ruhsal manevi mücadelenin, sonunda, hem felsefi geleneklerde hem de dini ya da sufi-mistik metinlerde İslam'da önemli ölçüde gelişmiş olmasıdır. "İnsanın en büyük düşman kendisidir” gibi sözlerde bunu ifade eder. Hz. Ali' de " En önemli cihâdınız kendinizle olan mücadelenizdir" diyor.

Özetle Aleviliğin Cihad terimine verdiği iki türlü manası vardır:

- Zahirî Cihat: Vatan topraklarını ve namusunu korumak için savaşmak ve elinden geldiğince aklıyla, diliyle hakkı batıldan ayırt etmek için doğruyu savunmaktır. Aksi takdirde Allah adına insanları öldürmek cihat değil katilliktir.

- Bâtınî Cihat: Kişinin nefsiyle mücadele etmesidir. Sonuçta insanda her türlü kötülüğü yapmaya yatkın bir duygu hali vardır. Yani zorba bir hükümdar gibi kötülüğü emreden bir nefis vardır. Hz. Peygamberimizin “Savaş eri, Allah için nefsiyle savaşandır.” dediği söylenir. Bu bağlamda en büyük savaş insanın kendi nefsine karşı verdiği savaştır.

5- Tevella-Teberra

Aleviler arasında Ehlibeytin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmaya Tevella ve Teberra denir. Ancak tarihsel süreç içerisinde Tevella ve Teberra'nın anlamı daha önemli hale gelmiştir. Tevella ve Teberra iyiden, güzelden, haktan, haklıdan yana olmak; zalime, sömürücüye, haksıza, riyakara da karşı olmak anlamına geliyor. Bu anlamıyla bir duruşu, tavrı simgeliyor. Ehlibeytin şahsında bir bütün halinde doğrulardan taraf olmayı, haksıza karşı olmayı temsil ediyor. Özde bir duruş, tavır vardır. Ve bu duruş Ehlibeytin şahsında bütünsel bir manaya sahip olup mekan ve zamanla sınırlı değildir: “Yer yüzünde haksızlık olduğu müddetçe ve doğruları hakim kılma ideali olduğu müddetçe Tevella Teberra da olacaktır” anlamına geliyor.

6- Dört Kapı Kırk Makam dinsel eğitimi

“Buyruk"ta diyor ki her Alevinin “... şeriat gemisine girmesi, tarikat denizine açılması, marifet dalgıcı olup hakikat incisine erişip onu çıkarması gerekir ki onun ikrarı geçerli olsun” .
Her kapının da on makamı bulunur ve "Güzel Ahlak"ın nasıl gerçekleşeceği anlatılır:

1ci kapı, Şeriat kapısı: Bu kapı sadece mistik yol üzerinde anlatılan görünür (zahiri) eylemlerin kurallarına yönelik önkoşullardır. Şeriat Kapısının on makamı şunlardır:
1. İnanmak ve şahadet etmek (şahadet getirmek)
2. Öğrenmek (bilim öğrenmek)
3. Allah’a hizmet etmek (buna dua etmek, oruç tutmak ve zekat vermek dahildir)
4. Helal ve yasal bir gelire sahip olmak
5. Hak etmediği ve adil olmayandan uzak durma
6. Erkeklerin ve kadınların karşılıklı birbirine saygı göstermesi
7. Nikah (evlilik dışı ilişkilerden uzak durmak)
8. Başkalarına yardımseverlik ve şefkat gösterme
9. Temiz şeyleri yemek ve temiz olmak.
10. İyilik istemek ve yapmak

2ci kapı, Tarikat kapısı: İkinci kapı Aleviliğe törensel alınma (İkrar Töreni) ile açılır. Amaç inancın anlamını anlamak ve bilmektir. Tarikat Kapısının on makamı şunlardır.
1. Pir/Mürşit tutmak ve onlara güvenmek, ikrar verip – ikrar almak
2. Kendini öğrenmeye vermek
3. Dış itibar görmekten vazgeçmek
4. Kendi nefsine hakim olmak ve ona karşı mücadele etmek 5. Hürmet sahibi olmak
6. Saygılı olmak
7. Allah’ın yardımını ümit etmek
8. Kendini Allah yoluna vermek
9. Toplumsal olmak, ahenkli olmak
10. İnsanları, hayvanları ve doğayı sevmek, korumak ve dünyevi şeylerden vazgeçmek

3cü kapı, Marifet kapısı: İnsan bilinci insanın gerçek anlamının bilinmesine ulaştırır. Vücudun, duyguların, aklın ve ruhun birliğini açıklayan bu bilgiye ve yaradılışın güzelliğinin bilinmesine olan sevinç, fedakarlığa ve saygıya ulaştırır. Bu bir olma durumunda kendini bilmek aynı zamanda Allah’ın bilinmesine ve Allah yolunun ortaya çıkmasına dönüşür. Marifet Kapısının on makamı şunlardır:
1. Terbiyeli ve dürüst olmak
2. Namuslu yaşamak
3. Sabırlı olmak
4. Kanaatkar olmak
5. Ar sahibi olmak
6. Cömert olmak
7. Bilmek için çaba göstermek
8. Dengeli ve ahenkli olmayı korumak
9. Vicdan sahibi olmak; sadece akıl ile erişilen yetenekler değil aynı zamanda ruhsal bakışla (can gözü/gönül gözü) elde edilen yetenekleri keşfetmek ve onlara ulaşmak
10. Kendini tanımaya çalışmak

4cü kapı, Hakikat kapısı: Alevi inancının merkezinde kendini bilmek ve Hakk’ı aramak isteyen insan bulunur. Akıl bilgisinin saz ve nefes ile bedenin duygusal bilgisine yerleştirilmesi, aklın bu bilgisini tüm insanın bilinmesine dönüştürür. uyguların ve bedenin birbirine uyumlu olduğu bu bütünlük içinde hakikatın (kendini bilmenin) anahtarı bulunur. Hakikat Kapısının on makamı şunlardır:
1. Alçak gönüllü olmak, tüm insanlara saygılı olmak ve yüceltmek, 72 (hepsini) milleti bir (eşit) görmek
2. Allah, Muhammet ve Ali’nin birliğine inanmak
3. Kendine hakim olmak (eline, diline, beline sahip olmak), yalan söylememek, çalmamak, şiddetkar olmamak, evlilikte zina yapmamak
4. Allah’ın yansımasına inanmak (seyr)
5. Allah’a güvenmek
6. Tanrı ve onun toplumu ile bir olmanın bilgisine sevinmek ve hakkında fikir alışverişi yapmak
7. Bu bilgi içerisinde gelişme ve böylelikle Allah’ın sırrının çözümüne yakınlaşmak 8. Allah’ın isteğine uyum göstermek
9. Allah üzerine derin düşünceye dalmak
10. Kalbi Allah özlemi ile doldurmak ve Allah sırrını çözmek (münacat ve müşahede).

7- Allah’a yaklaşma

“Güzel Ahlak”lı Kamil İnsan müşahede yoluyla Tanrısal Varlığa ulaşabilir ve Hakla “Bir” olabilir: Önce İlm’el Yakin, Ayn’el Yakin ve Hakk’el Yakin mertebelerine vakıf olur. Bunların gerçekleşmesi için:

1. “Akıl” kesin kanıt kullanarak, yani ilim yoluyla; Tanrı hakkında kesin bilgi sahibi olur ve buna “İlm’el yakin” denir.

2. Açıklama ve bilim yoluyla bilme. Allah sırlarının, Hakk yolcusu tarafından müşahede edilmesi, yani, ilham yoluyla görünmesi, “Ayn’el Yakin”dir.

3. Allah’ın ilmiyle ilimlenip, vasıflarıyla vasıflanıp, O’nun iradesiyle Allah’ı aracısız görmek, “Hakk’el Yakin”dir. Bu sonuncusunun, yani “Hakk’el Yakin” mertebesinin gerçekleşmesi için de en etkili araç, aşk ve cezbedir. Cezbe denen şey, insanın şuur ve benliğini yok edip, bir an için Allah’la buluşmasını sağlar, insanı bir an için vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru bir akış olur ki, insan bir damla iken deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur. Bunun kaynağı ise, şekil ibadetlerinden ziyade, sevgi, aşk ve muhabbettir. Bu mertebeye gelen insan, “Hakk’el Yakin” mertebesine erişerek, kendi özünü bilmiş olur.

SONSÖZ

Bu deneme yazısında, artık Alevi topluluğunun kapalı bir topluluk olmadığını ve inançımızın Ahlak ilkelerinin “Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle, manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesile aktarılan; bu suretle her insanda aidiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında geçmişe ait atıf düşüncesi geliştiren; inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütünü” olan kültürümüzün çok önemli ve bütün diğer ahlak kurallarımızı etkileyen bir ögesi olduğunu ama “Ahlak” kurallarımızın tek ögesi olmadığını göstermeye çalıştık.

Kültürel kimliğimizi ve zenginliğini iyi bilmemiz bize “Ahlakî” değerlerimizi daha sağlam temellerde bilmemizi sağlar. Böylece Aleviliğimizin dinbilimini ve tasavvufunu, edebini ve “Güzel Ahlak”ını daha iyi anlar ve hayata daha etkili yansımasını sağlarız.

Bizim kişi olarak Hakk-Muhammed-Ali Yol’una talip olup, Rehberimizin ve Mürşidimizin eğitimiyle Musahibimizle ikrar verip Yol’a girerek bir “can” olup, Cemde Görgüden geçmemiz; Dört kapı Kırk makam öğretimizle de “Kâmil İnsan” olma çabamızda hem vicdan rahatlığı ve iç huzur, hemde içinde olduğumuz toplulukla Rızalık, Birlik ve Huzur içinde yaşamamızı sağlar. Böylece Alevi topluluğu olarak da Kırklar Cemi, Hızır ve Rıza Şehri ideallerimizi gerçekleştirmeye adım adım yaklaşmış oluruz.