Alevilik Hakları

Alevilerin Kutsal Bayramları ve Anma Günleri
29 Nisan 2014
KUL HİMMET
1 Mayıs 2014

ALEVİ HAKLARI

İçindekiler
1- ALEVİLERİN GENEL DİNSEL HAKLARININ HUKUKSAL DAYANAĞI
2- AİHM DE KAZANILAN DAVALAR
3- BU KARARLARLA DEĞİŞMESİ GEREKEN YASA VE YÖNETMELİKLER
4- YASAL SORUN OLARAK DİYANET
5- AVRUPA ÜLKELERİNDE ALEVİLERİN TANINMASI

1- ALEVİLERİN GENEL DİNSEL HAKLARININ HUKUKSAL DAYANAĞI
- Birleşmiş Milletler’in 16 Aralık 1966 tarihli, 2200A (XXI) sayılı Genel Kurul Kararıyla kabul edilmiş ve imza, onay ve katılmaya açılmış ve 49. Madde uyarınca, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiş «MEDENİ VE SİYASİ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARA-SI SÖZLEŞME»’nin giriş, 1ci, 18ci ve 27ci maddesine Türkiye’nin sözleşmenin sonuna eklediği 1ci beyan ve çekincesine rağmen bu sözleşme temeline dayanır;
- “Toledo Kılavuz ilkeleri ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Programı” diye bilinen ve Türki-ye’nin de 2002 de imzaladığı «TOLEDO GUIDING PRINCIPLES ON TEACHING ABOUT RELIGIONS AND BELIEFS IN PUBLIC SCHOOLS» adlı anlaşmayı da hukuk-sal temel olarak almıştır. Bilhassa Toledo Kılavuzunun temel ilkesi olan “din ve inanç öz-gürlüğü için “ötekinin” doğrusuna saygıyı” temel olarak alır: “Dinler ve inançlar, bi-reyin ve toplumun yaşamında önemli bir güçtür. Bu yüzden bir bütün olarak toplum üze-rinde büyük önemi vardır. Bunu anlamak, hem kişinin farklı topluluklarda bir diğerini anlaması için, hem de onların sahip olduğu hakların önemini bilmesi için gereklidir.”. Bu ilke kişinin özgürce kendi inancını tanımlaması, ibadetini yapmasını, eğitimini vermesi ve “diğerinin“ de aynı inanç haklarına sahip olduğuna saygı göstermesi ve bu saygıyı da on-dan beklemesi anlamına geliyor.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2014’te Cemevlerinin ibadethane olduğu-na, 2015’te Zorunlu Din Derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hale geti-rilmesi gerektiğine ve 2016’da devletin inanç gruplarına karşı davranışlarında herhangi bir ayrımcılık olmaması gerektiğine dair üç önemli karar vermiştir. Bu kararlar en son 2016 da alındığından beri Alevi topluluğun Aleviliği tanımladıkları ve yaşadıkları şekilde kabulunun hukuksal dayanakları olmuştur.
  Türkiye’de AİHM Kararlarının uygulanmasını izlemekten sorumlu makam olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 15.Temmuz.2016 yaşanan darbe girişimi ve ardından gelen OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında, teamülleri gereği söz konusu kararların uygulan-ması ile ilgili izleme süreçlerini askıya almıştı. 2018’de OHAL’in kaldırılması ile uygulan-mamış kararlar Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 3-5.Aralık 2019 tarihli 1362’nci toplantısının gündemine alınmıştı.Bu tarihte alınan kararla Bakanlar Komitesi Türk Hü-kümetinden haziran2020 de uygulama için bir yol haritası vermesini istedi.
AİHM de Kazanılan Davalar

Alevi toplumunun bireysel ve kurumsal düzeyde uzun yıllardır sürdürmekte olduğu “HAK ve EŞİTLİK” talepleri 2005 yılından itibaren açılan üç ayrı dava iç hukuk yolları tükendikçe AİHM- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürüldü. Av. Namık Sofuoğlu, dava kararını şu sözlerle özetledi: “2005 yılı Ocak ayında arasımızda da tartışma şunu diyerek başladık: Akp iktidara inanç özgürlüklerini ileri sürerek geldi fakat bu birkaç sene içinde hiçbir şey yapmadı. Yapması gerekenleri yapması için bizim bazı davalar açmamız lazım.” Davayı açarken geçirdikleri aşamaları adım adım anlatan Sofuoğlu “22 Haziran 2005 tarihinde TBMM’ye sunduğumuz 4 ana talebimiz vardı. Bunlar:
- Alevi din hizmetlerinin kamu hizmeti olarak verilmesi
- Bu hizmetlerin verildiği ve Alevi ibadetlerinin yapıldığı yerler olan cemevlerinin iba-dethane olarak kabulü
- Bu hizmeti vermekte olan kişilerin özlük haklarının düzenlenmesi
- Genel bütçeden bu konuda gerekli payın ayrılması
Ağustos ayı içerisinde Başbakanlık bize ‘Zaten tarafsız ve yansız bir hizmet vermekte-yiz. Diyanet İşleri Başkanlığı hiçbir düşünceye ve inanca bağlı olmadan hizmet ver-mektedir. İstiyorsanız gidin Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan hizmetinizi alın’ diye cevap verdi. Bu cevaptan sonra yapabileceğimiz tek şey kaldı. İdare mahkemesine gidip dava açmak.”
Nihayet AİHM’inde, 2014’te Cemevlerinin ibadethane olduğuna, 2015’te Zorunlu Din Derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hale getirilmesi gerektiğine ve 2016’da devletin inanç gruplarına karşı davranışlarında herhangi bir ayrımcılık olma-ması gerektiğine dair üç önemli karar ile sonuçlandı. Bu son kararda AİHM «Büyük Daire»si, aldığı kararın içtihat niteliği taşıdığını ve bağlayıcı olduğunu, bundan sonra aynı konuda AİHM’de açılacak davalarda Daire’lerin farklı kararlar tesis edemeyece-ğini belirtti.
Bu süreçte toplumumuzun gündemine gelen “ALEVİ AÇILIMI” ve “ALEVİ ÇALIŞTAY-LARI” doyurucu sonuçlar üretemedi.
AİHM Kararlarının uygulanmasını izlemekten sorumlu makam olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’de yaşanan 15 temmuz 2016’da darbe girişimi ve ardından gelen OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında kararların uygulanması süreçi askıya alındı.
2018’de OHAL’in kaldırılması üzerine bu dosyalar birleştirildi ve Avrupa Konseyi Ba-kanlar Komitesi’nin 3-5 aralık 2019 tarihli 1362’nci toplantısının gündemine alındı.
AVRUPA KONSEYİ BAKANLAR KOMİTESİ’nin bu toplantısından önce Alevi Düşünce Ocağı (ADO) 30.09.2019 tarihinde Bakanlar Komitesine ulaştırdığı izleme raporunda gözlemlerini yapıyor ve bilançoyu çıkarıyordu:
1- Mansur Yalçın vd. – Türkiye Davası Başvuru No. 21163/11 (Öncü Karar Ha-san Ve Eylem Zengin v. Türkiye Başvuru No. 1448/04)

Üzülerek belirtmek gerekir ki 2014 yılında verilmiş olan kararın açıklanmasından bu ya-na ve Türkiye’nin daha önce vermiş olduğu mesajların aksine, eğitim yapısında kayda değer bir ilerleme gözlenmemiştir. 2018 yılında uygulanmaya başlanan en güncel müfre-dat, tüm dinlere ve inanç sistemlerine karşı tarafsız bir içerikten yoksundur. Aynı za-manda müfredat dini inançlardan bağımsız bir ahlaki kurallar bütünü benimsememekte ve dini inançlara dair tarafsızlık, nesnellik ve çoğulculuk ilkelerine dayanan genel bir eği-tim sunmamaktadır.
Müfredatın ana hedeflerinden biri olan ve «Dinler ve İnançların Öğretimi Hakkında Tole-do Kılavuz İlkeleri»nin temeli “diğer dinlerin objektif bir yaklaşımla tartışılması” İslam eğitimi söz konusu olduğunda uygulanmamaktadır. Dolayısıyla Müfredat AİHM kararlarını ihlal etmeye devam etmektedir.
2- Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Vakfı (CEM Vakfı)– Türkiye Davası Başvuru no.32093/10

Yukarıdaki kararda Mahkeme; Cem evlerinin, ibadet yerleri için elektrik faturası muafiyeti sağlayan Türk yasalarının hükümlerinden faydalandırılmamalarının dine dayalı ayrımcılığa yol açtığı kararına varmıştır.
Artık dava açan her bir Cem evi için geçerli olmak üzere ilgili ibadethaneler elektrik faturalarını ödemekten muaf tutulmaktadırlar. Ancak ülkede binlerce Cem evi bulun-maktadır ve elektrik faturasını ödemekten muaf tutulmak için hiçbir kapsayıcı mev-zuat olmadığı için her bir Cem evi yerel mahkeme nezdinde bireysel dava açmak zorunda bırakılmaktadır. Genel olarak tüm Cem evlerinin bu muafiyetten yararlanabil-mesi için şimdiye kadar herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır. Alevi Cem evle-ri, Protestan kiliseleri, Yehova şahitleri, Ezidi ve diğer inanç grupları, diğer ibadet yerleri gibi enerji maliyeti muafiyetinden yararlanmak için hala yasal düzenlemelere ihti-yaç duymaktadır.
Öte yandan Camiler, yerleşkelerinin gece aydınlatması da dahil olmak üzere tam bir elektrik muafiyetinden yararlanırken, Cem evleri yalnızca ibadethane bölümlerini elektrik maliyeti muafiyetinden yararlanabilmektedirler. Gece aydınlatması ve Cem evlerinin diğer bölümleri, kendi lehine olan mahkeme kararlarında bile muafiyetlerin dışında tutulmuştur.
3- İzzettin Doğan vd. Başvuru No. 62649/10

Davayla ilgili karara göre; Devlet, dini toplulukların, dini mezheplere tarafsız ve ayrımcı nitelikli olmayan ölçütler uygulayarak eşit haklar sağlamakla görevlidir. Ne yazık ki, bu davanın kararından kopyalanan yukarıdaki ifade ile ilgili herhangi bir ilerleme kaydetmedik.
İnanç gruplarının herhangi bir yasal kimliği (tüzel kişiliği) bulunmamaktadır ve bu konuda herhangi bir ilerleme veya hazırlık da yoktur. Alevilerin olduğu gibi Protestan Hristiyan ve diğer kimi dini inanç gruplarının da ibadet yerleri hala tanınmamaktadır. Vakıflarının mülklerinin bir kısmı topluluklara iade edilmekle beraber çok sayıda azınlık vakfı hala tanınmamaktadır.
Özellikle seçim tarihlerinde verilen vaatlere rağmen, dini grupların yasal kimliği, ruh-ban eğitimi sorunları, eşitlikçi mali ve yasal düzenlemelerin sağlanması alanlarında kayda değer bir ilerleme olmamıştır.
26 Nisan 2016 tarihinde; (İzzettin Doğan ve Diğerleri / TR Kararı)’nda, Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü hakkını koruyan T.C Anayasası’nın 9. mad-de ve 9. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılığı yasaklayan 14. maddeyi ihlal ettiğine dair karar vermiştir.
Böylece diğer ibadet yerleri gibi Alevi- Bektaşi vatandaşlarının cem ve kültür evleri ibadet mekanları sayılarak, yasal statüye kavuşturulması yönünde karar oluşturmuştur.
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3-5 Aralık 2019 tarihleri arasında Strazburg’da yapılan 1362. Bakanlar Komitesi toplantısında bu konu görüşüldü ve aşağıdaki önemli gelişmelere karar verildi.
Bakanlar Komitesi, AİHM kararları arasında bulunan şu ifadeyi vurguladı. “Devlet otori-telerinin Alevi topluluğunun ibadet geleneklerine ve ibadet yerlerine yönelik davranışları, inanç gruplarının özerk ve bağımsız olarak var olma hakları ve devletin inanç gruplarının özerk varoluş haklarına karşı tarafsız olma ve ayrımcı olmama görevi ile bağdaşa-maz.”

DİN DERSLERİ: konusunun karmaşıklığı nedeni ile Alevi sorunları paketinden ayrılarak ayrıca ele alınmasını ve Zorunlu Din dersleri konusunun “standart izleme” yerine “ayrıcalıklı inceleme” usulleri ile denetlenmesine karar verdi.

ELEKTRİK MASRAFLARI: Türkiye, AİHM’nin bu konudaki kararına uygun olarak elektrik paralarının DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) tarafından ödenmekte olduğunu belitmiş ve dava açacak Cemevlerinin de bu haklardan yararlanacağını bildirmekte. Bakanlar Komitesi ise, cemevlerinin elektrik masrafının sadece bir bölümü için bu tür bir uygulamanın uzun ve karmaşık bir yöntem olduğunu, konuya böyle yaklaşmanın normal olmayan denetim ve takip gerekleri doğurduğunu, ayrıca da bu uygulamaların bu halleri ile karışık ve yetersiz olduğuna karar vermiştir. Bakanlar Komitesi Cemevlerinin teker teker davalar açmak zorunda kalmasının sağlıklı çözüm olmadığına, kapsamlı yöntemler yani yönetmelikler ve yasal düzenlemeler ile sorunların kökten çözülmesi gerektiğine de işaret etmektedir.

EŞİT VATANDAŞLIK HAKKI: Komite, AIHM kararlarına da vurgu yaparak “Alevi toplumunun devletin inançlara sağladığı mali desteklerinden tümü ile hariç tutulma halinin çözümü için yeterli olmadığı tespit edilmiştir.” ifadesi ile Alevi toplumunun devletin inançlara sağladığı mali desteklerden eşit biçimde yararlanması gerektiğini bir kez daha vurgulamaktadır.

Bakanlar Komitesi “Alevi sorunları konusunda 2010’dan bu yana gelişmeleri de dikkate alarak yapılacak yasal ve idari düzenlemeleri etraflı bir biçimde gösteren ve kesin bir uygulama takvimi içeren bir yol haritasının, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne 1 haziran 2020’ye kadar sunulmasına karar vermiştir.

AİHM tarafından Aleviler lehine Alevilerin devlet düzeyinde ayrımcılığa uğradığına ve yok sayıldığına dair verilen bu kararların devlet düzeyinde tanınma ve uygulanması sorunları hâlâ tartışılıyor. Eski AİHM hakimi Rıza Türmen kararın uygulanması için ivedilikle Aleviliğin Devlet tarafından bağımsız bir inanç olarak tanınması gerekliliğini belirtiyor. Av. Prof. Dr. Necdet BASA, kararın Türkiye’de uygulanabilmesi için Sivil Toplum Kuruluşlarının kamuoyu oluşturmasının ve talepte bulunmasının önemini vurguluyor ve tespit edilen ihlallerin devlet organları ve idari makamlar tarafından durdurulması gerektiğini ifade ediyor. Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim KABOĞLU’da, AİHM kararlarında tespit edilen ihlallere karşı yerel ve uluslararası ölçekte kamuoyu yaratmanın gerekliliğini belirtiyor. KABOĞLU, toplumun her kesiminden katılım sağlanan, çok bileşenli açık hava toplantıları, gösteri ve yürüyüş gibi kolektif eylemlerde bulunmanın, kararlara ilişkin toplumsal bilinç yaratmadaki önemini vurguluyor. Ayrıca hükümetin “Aleviler kendi aralarında homojen bir yapıya sahip değil. Biz yapılması gerekeni zaten yapıyoruz.” savunmasının AİHM tarafından kabul edilmediğini ve mahkemenin “Alevilerin kendi aralarında bölünmüş bir topluluk olması onların dini bir topluluk olarak hakları olduğu gerçeğini değiştirmez” dediğini belirtti. Fakat “Bu karar ülkenin yarınlarına yönelik fevkalade önemli bir karar ama aynı zamanda çok ciddi toplumsal patlama noktalarını da içeren bir karar. Bu yüzden çok dikkatli olmak ve yol haritasını çok dikkatli çizmek mecburiyetindeyiz” demektende kendini alamıyor.

BU KARARLA DEĞİŞMESİ GEREKEN YASA VE YÖNETMELİKLER
1- Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak cami ile birlikte Cemevleri de köyün ortak mülkiyeti sayılmış ve imar kanunlarında değişiklik yapılarak hazine mülk-leri cemevlerine tahsisi yolu açılmıştır.
18.03.1924 tarihli ve 442 sayılı Köy kanunu’nun 2 nci maddesinde “ cami” ke-limesinden sonra gelmek üzere ; “ cemevi “ kelimesi eklenmeli.
Madde 2 – Cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar bağ ve bahçe ve tarlalariyle birlikte bir köy teşkil ederler.
2- Elektirik, su ve gaz mevzuatında değişiklik yapılarak kamu hizmetine ayrı-lan mal ve hizmetlerden Cemevleri’nin bedelsiz yararlanması sağlamıştır. 02.03.2005 tarihli ve 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piya-sası Kanunu ve Elektirik Piyasası Kanunu’nunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 7 nci maddesinin 3 üncü Fıkrasında “ camilere” kelimesine “ cemev-leri ve benzer ibadethanelere” ibaresi eklenmeli.
3 – Belediye Gelirler Kanunu 26.05.1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Ge-lirler Kanunu’nun 36 ncı maddesinin 2 nci bendine yer alan “mescit “ kelime-si yerine “ mescit ve cemevi “ ibaresi eklenmeli.
4- Elektirik Piyasası Kanunu 14.03.2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektirik Piya-sası Kanunu’nda yer alan geçici 6 ncı maddesinin 3 üncü fıkrasında yer alan ; “ ibadethanelere” kelimesinden önce gelmek üzere “ cami, mescit, cemevi, kili-se, havra vb.” ibaresi eklenmeli.
5 – Belediye kanunu 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye kanunu ‘nda 73 üncü maddesinin 16 ncı fıkrası şu şekilde değiştirilmeli:“ Yerel yönetimlerce kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile, 5366 sayılı kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda ve ya bu kanunun 75. Maddesine gö-re kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları halinde , Büyükşehir Be-lediye Meclis kararı ile yıkılan cami, mescit, cemevi, kilise, havra vb” ibadetha-neler ibarei eklenmeli.
6 – Emlak Vergisi Kanunu 29.07.1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’ nun 4 üncü maddesinin (g) bendinde yer alan “ ibadethaneler” keli-mesinden önce gelmek üzere “ cami, mescit , cemevi, kilise, havra vb. “ iba-resi eklenmeli.
7- Gelir Vergisi Kanunu 31.12.1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’ nun 89 uncu madde-sinin (1) fıkrasının n(5) nci bendinde yer alan “ ibadethaneler” kelimesinden önce gelmek üzere “ cami, mescit , cemevi, kilise, havra vb. “ ibaresi eklen-meli.
8- İmar Kanunu 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’ nun ek 2 inci maddesinin (2) fıkrasında yer alan “ ibadethane” kelimesinden önce gelmek üzere “ cami, mescit , cemevi, kilise, havra vb. “ ibadethaler ibaresi eklenmeli.
9- Toplu Konut Toplu Konut yasasında değişiklik yapılarak, kamu mal ve hizmetlerinin cem evlerine harcanması sağlanmeli.
10- Ceza Kanunu Cemevleri’nin ibadethane statüsüne alındığı için, Türk Ceza kanununda değişik-lik yapılarak, içki ve alkol satış yerlerinin dışına çıkarılmaları sağlanmalı.
4- YASAL SORUN OLARAK DİYANET
Batı Avrupa ülkelerinde gurbette olmamıza rağmen yine karşımızda Diyaneti buluyoruz. Vatandaş olarak büyükelçilikle ve konsoloslarla ilişkilerimiz iyi olsa da kafi sayıda yetenekli din önderi bulma zorluklarımız bizi Diyanetin tek yanlı İslam yorumunun etkilediği «memuriyet» zihniyetiyle karşı karşıya bırakıyor. Hızır ve Muharrem Cemlerimiz için Türkiye’den din önderleri davet ediyor ve bu davetleri büyükelçiliğe bağlı diyanet temsilcileri vasıtasıyla yapıyorduk. Diyanette bir kota çerçevesinde gelen bu din önderlerimize, zaman zaman gelen imamlara olduğu gibi, yol masrafı ve harçırah veriyordu. Din ve Siyaset ilişkilerindeki hassasiyetler umulmadık şekilde burada da karşımıza çıktı. Dosyalar unutuluyor, tarih vermemize rağmen zamanında izinler çıkmıyor veya davetli din önderlerimize gereken ödemeler vaktinde veya tam yapılmıyor. Bu kadar engeller ve zorluklarla karşılaştıktan sonra şimdilik bu yola başvurmuyoruz. AİHM kararları uygulamaya geçtiğinde temennimiz bir an önce bu zorlukların giderilmesidir. Ama yine de Diyanetin doğuş sebeplerini, Cumhuriyet Tarihinde Siyaset ile Din ilişkilerine yakından bakalım zira önümüzdeki günlerde bu konu gündemimizde olmaya devam edecek.

Anadolu’da kurumsal olarak Aleviliğin bütün canlılığıyla yaşadığı tarihsel koşullarda Alevi toplulukları kendi iç yaşantılarında ve ilişkilerinde devlete ve devletin üstlendiği işlevlere hiçbir zaman ihtiyaç duymamışlardır. Cemler, Ocaklar ve Dedelik kurumu adeta devletin üstlendiği bütün işlevleri üstlenmiş mikro bir devlet örgütlenmesi gibi rol oynamıştır. Osmanlı yönetimince Alevilik Ehl-i Rafz olarak İslamın içinde görülen ama dışlanan bir yorum olarak görüldü ve sünnileştirmenin hedefi oldu. Osmanlı yönetiminin Alevilere beslediği düşmanlık ve kuşku dolayısıyla da Alevilerin zaman içinde bazı ayaklanmalara başvurduklarını yukarıda yazmıştık.
Cumhuriyet dönemine Alevilerin devletle olan ilişkisine bakıldığında, iktidarla uzlaşma fikrinin yaygın olarak kabul edildiği, farklı dinamikler görüyoruz. Alevi -ve de Bektaşi- grupların çoğunluğu Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’e destek olmayı seçtiler ve Cumhuriyet’in kurucu öğelerinden biri oldular.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte “İslama karşı modernleşmenin en iyi örneği” olarak ifade edilen sekülarizm (dinsel nitelikten ayırmak), Kemalizm’in en önemli “ilkelerden” biri oldu. Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1924’te mecliste konuşmasında eğitimin birleştirilmesini ve dinin siyaset sahnesinden geri çekilerek yüceltilmesi gerektiğini ifade etti. Ertesi gün Cumhuriyet Halk Fırkası grubunda bu esaslar kabul edildi. 3 Mart 1924’te Şer‘iyye ve Evkaf ile Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Vekâletlerinin (bakanlıklarının) İlgasına (kapatılmasına) Dair Kanun teklifi ve ardından «Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu» ile «Hilâfetin İlgasına ve Hânedân-ı Osmânî’nin Türkiye Cumhuriyeti Memâliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun» kabul edildi. Kapatılan Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine, İslâm dininin itikad ve ibadete dair hüküm ve işlerinin yürütülmesi ve dinî müesseselerin idaresiyle görevli Diyanet İşleri Reisliği ile vakıfların idaresi ve işleriyle ilgilenen Evkaf Müdüriyet-i Umûmiyyesi kuruldu ve her ikisi de başbakanlığa bağlandı. Ülkedeki bütün cami, mescid, tekke ve zâviyelerin yönetimiyle imam, hatip, vâiz, şeyh, müezzin ve kayyım gibi görevlilerin işlemleri ve müftüler Diyanet İşleri Başkanlığına bağlandı. Böylece Osmanlı Devleti’nde çok önemli görevler üstlenen iki büyük kurum, şeyhülislâmlıkla vakıfların idaresi birer genel müdürlük seviyesine indirilip etkisiz hale getirilmek istenerek yeni bir devlet yapısı içerisinde yerini almış oldu. Cumhuriyet döneminde devlet tarafından “laiklik” ilkesi temel alınması, Osmanlı devletini dinle ilgili kurduğu ilişkiyi kıracak şekilde bir düzenlemeyi hedeflenmişti. Ancak, bu konudaki en önemli sorun ortaya çıkan sekülerist yaklaşımın Batı’dan farklı olarak tamamen Türkiye’ye özgü olmasından kaynaklandı. Teoride din ve devlet kavramlarının tamamen birbirinden ayrılması hedeflenirken, uygulamalar çerçevesinde daha farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 1924 yılında siyasi iktidarın Hilafet’in kaldırıldıp ancak hemen ertesinde devlete bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurması, pratikte dinin devletle olan ilişkisinin yok olmadığı, tersine siyasi iktidarın merkezileşme ve kontrol fikri üzerinden dine karşı daha sistematik bir denetimi hedeflediği görülmektedir. Bu düzenleme, Kemalizmin “laiklik” ilkesinin bir anlamda “didaktik sekülarizm”e dönüşmesine, böylece ne modern ne de geleneksel yapıya uyan bu şeklin Batı’daki sekülarizm kavramının tamamen biçimde uygulanmasına yol açtı. Bu düzenlemenin ortaya koyduğu bir başka durum ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devlet yapılanması içerisinde kurulmasıyla birlikte İslam’ın kamusal alandaki varlığının devlet tarafından resmi olarak tanınmasıdır. Böylece bu kurumun varlığı hem siyasi iktidarın din üzerinden uygun gördüğü resmi ideolojiyi yaymasında hem de bütünlüğü olan (homojen) bir anlayış üzerinden diğer dini oluşumların önünün kapatılmasında etkili olmuştur. Bu bağlamda ulus devlet ideolojisi üzerinden kurgulanan vatandaşlık algısında, devletin fiilen İslam’ın Hanefi-Matüridî yorumunu kabul ederek diğer olasılıkları yok saydığı bir Sünni İslam’ın kurumsallaştırılması şeklinde yorumlanabilir.

3 mart 1924te Diyanet İşlerinin kurulması yanında 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile yürürlüğe giren 677 sayılı kanun Alevilere, Bektaşîlere karşı diğer ayrımcı bir girişim olarak uygulandı. Bu yasanın çıkmasında Doğu Anadolu bölgesinde gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı'nın hızlandırıcı rolü oldu (bak Rıza Zelyut’un 25 Mayıs 2011 tarihli "Tekke ve Zaviyeler Niçin Kapatıldı?"yazısı Güneş gazetesi erişim tarihi 1 Aralık 2016). Bu gelişme, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkışını hızlandırdı. Ankara İstiklal mahkemesi de tekke ve zaviyelerin kapatılması için hükûmete başvurmuştu.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söylevinde "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın istek ve emirlerini yapmak insan olmak için yeterlidir." sözleriyle tüm yurtta tekke ve zaviyelerin kapatılacağının işaretini verdi (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1997. s. 235). Cumhurbaşkanı Ankara’ya döner dönmez bu konuda bir hükûmet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile 773 tekke ve zaviye ile 904 türbe kapatılması kararı alındı.
«Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına» dair yasa bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir. Bu yasaya göre tarihi eşyalar müzeye kaldırılacaktı ama tekke ve zaviyelerde talanlar olduğu görüldü. Tarihi değerlerleri olanlar ise onarılıp kültürel varlık olarak korunacaktı fakat ancak bir kısmı oldu.
Bu yasaya rağmen alevilerin Cumhuriyete desteği devam etti. Yasada 5 Mart 1950'de değişiklikler yapıldı. Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Millî Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağladı. 80li yıllardan sonra ise siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma geldi. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler. Din ve Siyaset ilişkilerine 27 mayıs 1960 ten sonra değiştirilen yeni anayasa 12.ci maddesi: “Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşittir....” ile 19.cu maddesi “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.... (...) Din eğitimi ve öğretimi ancak kişinin kendi isteğine....bağlıdır” çok önemli yeni ilkeler getirdi. Diyanetle ilgili 136cı madde «Genel idare içinde yer alan Dinayet Işleri Baskanliği, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir» diye tanımlandı.
Bu dönem bir yandan Alevilerin ve örgütlenmelerinin ele avuca geliş dönemidir. Bu dönemde “Hacı Bektaş” ismiyle kurulan derneklerin sayısı 20’yi bulur, Alevi ismi kullanılmadan Cem gibi, Ehlibeyt gibi ilk Alevi dergileri bu dönemde yayınlanır. Diğer yandan da bu dönemde, Diyanet’in içinde Alevilerin de temsil edilmesiyle ilgili tartışmalar, bizzat rejimin temsilcileri tarafından gündeme getirildi. Resmi teklif dönemin Devlet Bakanı Hayri Mumcuoğlu’ndan geldi. Mumcuoğlu, Diyanet’in içinde bir Alevi bölümü kurulması gerektiğini öne sürmüş ve Mezhepler Dairesi kurulması teklifini getirdi.
Hayri Mumcuoğlu Yargıtay üyeliği yapmış; 1961 Kurucu Meclis Bakanlar Kurulu Üyeliği (6 Ocak 1961 - 25 Ekim 1961), Tekirdağ milletvekilliği, Cumhuriyet Senatosu Tekirdağ Üyeliği ve Senato Başkanvekilliği yapmış siyasetcidir. Sonrasında, Milli Güvenlik Konseyi’nin eski üyeleri olan Senato’nun daimi üyeleri tarafından Ocak 1962’de Dini Kültür İşleri Müdürlüğü kurulması teklifi yapılmıştır. Tüm bu teklifler, yurttaşlar arasında temsilde adalet yaratma kaygısıyla değil; bütün din ve mezhepleri devletin denetimi altında tutarak, devlet sistemine zarar vermelerinin önüne geçme kaygısıyla yapılmıştı. Yani 27 Mayıs sonrası konjonktürde yapılan tüm bu tekliflerin amacı milli birliğin zedelenmesine engel olmaktı.
Bu ortamda 1963 te ilk Alevi kimlik mücadelesi olan Alevi Bildirisi yayınlandı. Seyfi Oktay ve Mustafa Timisi’nin de içinde bulunduğu Alevi inançlı tertip komitesi, bir basın açıklaması yaptı. Devletin bir kurumu olan Diyanet’in her türlü inanca eşit mesafede durması ve laiklik ilkelerine göre hareket etmesi; Alevilere de bu düzlemde yaklaşılması isteniyordu. Alevi Öğrenci Bildirisi, ülke çapında ses getirdi. Basında geniş yer aldı ve tartışma konusu oldu.
Bu tartışmaların son halkası, Diyanet İşleri Başkanlığının görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek için hazırlanan kanun teklifinin 1963 te parlamentoya gelmesiyle yaşandı. Tartışmalar, kanun tasarısında bulunan “Mezhepler Müdürlüğü” nün kurulmasıyla ilgili madde etrafında yoğunlaşmıştı. Teklifteki bu maddeyle ilgili Adalet Partisi ve Adalet Partisi’ne yakın yayın organları adeta bir linç kampanyası başlattılar. Devleti Sünniliğin tekeliyle sınırlamak isteyen bu zihniyet, bu teklif kabul edilirse “Aleviler, mum söndü törenlerini camiye taşıyacaklar” şeklinde akıl dışı yayınlarla Sünni çoğunluğun hassasiyetlerini kaşıdılar. Teklifin sahibi, koalisyon hükûmetinin Başbakanı İsmet İnönü gelen yoğun tepkiler sonucunda, toplumsal bir tepkiden çekinerek teklifi geri çekmek zorunda kaldı. Bu geri çekilme belki de Alevi örgütlenmelerinin yapılanmasını tetikleyen olaylardan biri oldu.
Nihayet 1965 te çıkarılan 633 sayılı yasayla Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden düzenlenmesi istendi. Ama gördüğümüz gibi bu yasa bugüne kadar hiç bir şeyi düzenlemedi ve Diyanet devasa bütçesiyle gelişmeye ve tek bir inanç yorumuna hizmet vermeğe devam etti.

Cem Vakfı üyelerinin açtığı üç temel dava uzun mücadeleden sonra AİHM de sonuçlandı ve kazanılan davalar hayata geçtiği anda bu durumu değişebilir. Bugün Alevi Topluluğunun Diyanetin geleceği hakkında içiçe iki görüş var: Laik anayasa gereği devlet dinden elini çekmeli ve Diyanet kapatılmalı veyahut Diyanet bütün vatandaşların din hizmetlerini kapsayacak şekilde yeniden yapılanmalı. Birinci görüşün bugünkü şartlarda gerçekçi olduğunu düşünmek biraz zor. Çünkü 120binin üstünde din görevlisinin işvereni, milyar dolarla ifade edilen bütçe sahibi bir kurum.Bir kalemde üstü çizilse bile işlevi şu veya bu şekilde devam edecek veya etmeli. İkinci görüş ise gerçekçi görünse de yapılanmada iç dengelerin bulunması ve bütcesinin paylaşılmasının zorluklar çıkacağı şimdiden tahmin edilebilir. Üstelik bir de yan bütçeleri de göz önüne alırsak siyasi dengelerde büyük değişiklikler olacak. Fakat bu isteklerimizi durdurmamalı ve mücadeleye hazırlıklı olmalıyız.
5- AVRUPA ÜLKELERİNDE ALEVİLERİN TANINMASI
Her şeyden önce yukarıda bahsettiğimiz AİHM de kazanılan davaların Türkiye’de yasaların değişmesiyle Aleviliğin resmen tanınmasını ve bir an önce işler hale gelmesini bekliyoruz. Bu Avrupa ülkelerinde de yasal görünürlüğümüzü kazandıracak ve bize varlığımıza güvenle bakmamızı sağlayacak. Avrupa ülkelerinde de resmen tanınmamız da önemli. Özetle durum şöyle:

1- İsviçre’de: Laik olmayan kantonlarda Alevi derneklerini “İnanç Topluluğu” olarak kabul ettirmek mümkün. Laik Genevre kantonuda Meyrin Belediyesinde dinsel-kültürel bir dernek olarak kabul edilmemizi istedik fakat “dinsel” olduğumuz için bu girişimimiz reddedildi. Dini kurumları kabul eden Basel kantonundaki biri federasyona bağlı, diğeri bağımsız “Basel ve Çevresi Alevi Bektaşi Kültür Birliği” ile “Basel ve Çevresi Alevi Kültür Merkezi” bir araya gelerek hukuksal alanda gereken bilgileri edinip 22 Aralık 2010 tarihinde “İnanç Topluluğu” olarak kabul edilmek için müracaatını yaptı. Bu başvuru sonucu Basel Meclisi 17.10.2012 tarihinde, Anayasa’sının 133. Maddesinin sunduğu hukuksal hakka dayanarak yapılan müracatı kabul etti ve Alevileri “İnanç Topluluğu” olarak tanıdı. Basel okullarında kendilerinin hazırladığı müfredatla, Alevilik dersleri verme hakkına sahip oldular.

2- Avusturya’da: Uzun bir yasal mücadele ve Avusturya Anayasa Mahkemesi kararı sonunda 22 Mayıs 2013 tarihinde geleneksel Alevi İslamı Avusturya yasalarınca resmi din olarak tanındı (Bundesgesetzblatt Österreich 22 Mayıs 2013) ve 2015 yılında yeni Islam Yasası’nın yürürlüğe konulması sonucunda ismini değiştirip ‘‘Avusturya Alevi İnanç Topluluğu” (kısaca ALEVİ) adını aldı. ALEVİ’nin bir kazanımıda eğitim alanında oldu. Avusturya’da 22 Mayıs 2013 tarihinde Devlet okullarında Alevilik dersleri, ALEVİ’nin Alevi Akademisi ile ortaklaşa hazırlandı. 11 Şubat 2014 günü Aleviler Avusturya’da tarihsel bir an yaşadılar ve Aşağı Avusturya (Niederösterreich) Eyaleti başkenti St. Pölten’ de Hızır ayında ilk Alevilik dersi başlandı.

3- Almanya’da: Bugün Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF), Federal Hükümet ile Müslüman kuruluşlar arasında diyalog platformu niteliği taşıyan Alman İslam Konferansı’nın da üyesidir.
Alman devletinin dini tarafsızlık yükümlülüğü nedeniyle dini toplulukların doğrudan yönetimine izin verilmiyor, ancak bu statü sayesinde dini topluluklar devletin ya da sivil toplumun katılımı olmaksızın kendi işlerini düzenleme yetkisine sahip oluyorlar. Ayrıca, kamu hukuku nezdinde dernek olan dini topluluklar, arazi hukukuna uygun olarak resmi vergilendirme listeleri temelinde vergi toplama yetkisine ("Körperschaft des öffentlichen Rechts’’ statüsünü alırlarsa) sahip olabilirler. Hem de, dini topluluk ve derneklerin mülkiyet hakları ile kurum, vakıf ve ibadet, eğitim ve yardım amaçlı kullandıkları tüm varlıklarıyla ilgili diğer hakları da güvence altına alınmış olabilir. Son olarak, hapishanelerde, hastanelerde ya da orduda dini hizmetler için var olan ihtiyaçlar ekseninde, dini topluluklar hiçbir zorlama olmaksızın bu hizmetleri karşılama iznine sahip olabilir. Ayrıca Alevilik, çocuklar okullara kaydolurken sorulan, Katoliklik, Protestanlık ve Yahudiliğin yanı sıra bağlı olunan dört dinden biri olarak tanınmıştır.