Alevilerin Göçü

Ocaklardan Derneklere Alevi Yapılanması
22 Nisan 2021
Aleviliğin Kurucu-Yapıcı Mitolojileri
24 Nisan 2021

ALEVİLERİN GÖÇÜ

İçindekiler
1- Aleviler Hakkında Genel bilgiler ve Batı Avrupa’ya Göç
2- 1950li senelerden itibaren Yurtiçi Göç ve kentsel ortamda Alevilik
3- Yurtdışı Göçle ilgili Genel Bilgiler
4- ALEVİLERİN GÖÇTE YAŞAMI: Entegresyon Sürecinde Kimlik Ve Din
5- Avrupa’da ilk Alevi Yapılanmasından Bugüne Sorunları Etkileyen Olaylar
6- Göçte Genç Kuşak Aleviler
- Aleviler Hakkında Genel bilgiler ve Batı Avrupa’ya Göç

2005 de CİA’nın dünya çapında yaptığı dinsel aidiyet verilerine göre Alevilerinde içinde olduğu Şia’t-u Ali denen Ali taraftarı İslamî inanç topluluğu 400 milyon kişiden oluşuyor. Bu verilerde Aleviler Türkiye nüfusunun %22 sini teşkil ediyor ve o tarihte 20 milyona yakındılar. Ama bu 20 milyonun varlığını Devletin verilerinde göremezsiniz.
Elise Massicard’ın «Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması» kitabı giri-şinde yazdığı gibi bakıldığında Aleviliğin dışsal işaretleri de yoktur –veya pek azdır. Ka-musal alanda Alevilere ait diye tanımlanabilecek davranış biçimleri de yok gibidir. Üstelik toplum dışına itilmiş bu aidiyet hakkında kişiye zarar verebileceği durumlarda takiye yapmak, olası ayrımcılıklardan kaçınmak amacıyla hâlâ sürdürülmektedir. Son olarak da Aleviler siyasal bir örgütlülük içine girseler bile, bunu çoğunlukla Alevi olarak değil de, daha genel çerçevelerde –örneğin sol akımlar içinde– yapmaktadırlar.
Oysa mesela Kürt milliyetçiliği uluslararası bir boyut kazanmış ve iletişim ortamında yer almıştır. Bununla birlikte 1980’lerin sonundan bu yana ortaya çıkan bir kimlik hareketi Türkiye’de ve aynı zamanda Batı Avrupa’daki göçmen topluluğu içinde Aleviliğin varlığını ileri sürmekte ve bu kimliğin tanınmasını talep etmektedir. Bu hareket Aleviliği ilk kez çoğunlukla dikkat çekici bir biçimde sergileyerek, onu çevreleyen görünmezliğe ve gi-zeme en azından kısmen son vermiştir; sorunun Türkiye’nin Avrupa gündemine ve AİHM ne taşınabilmesi bunun en güzel kanıtıdır.
Yine de bu kimlik seferberliği Aleviliğin daha rahat okunabilmesini tam olarak sağlaya-mamıştır. Bu vesileyle çıkartılan çok sayıda yayının ve alınan tavırların incelenmesi insa-nın aklını karıştırabilir. Nitekim yazarlar, hadisenin niteliği konusunda bile anlaşamamak-tadır. Bazıları onu dinî bir hadise diye tanımlar –gerçek İslâm, İslâm’ın Şiilik veya Türk-lük renkleri taşıyan bir kolu, hatta apayrı bir din veya laikliğin özü olduğunu yazar. Baş-kaları ise onu öncelikle siyasal bir hadise olarak sunar –bu tanım, bir direniş felsefesi ve haksızlığa karşı mücadeleden hoşgörülü bir biçimde yaşamaya, hatta en kusursuz de-mokrasiye kadar uzanır. Kimileri de onun şamanist (Türk) veya Zerdüştî (Kürt) yanlarını öne çıkararak, Aleviliği etnik yönleriyle tanımlamaktadırlar. Şu çelişkiye bakın ki, bazıla-rı «kimliği belirsiz bir kimlik» ten bile bahseder. (Bu tanımlamaların iyi bir özeti için, bkz. Karin Vorhoff, Zwischen Glaube, Nation und neuer Gemeinschaft: alevitische Identität in der Türkei der Gegenwart, Berlin, Klaus Schwarz, 1995, s. 77-181.)
Bizim tercih ettiğimiz yaklaşım ise diğer bölümlerde ayrıntılarıyla izah edeceğiğimiz bağ-daştırıcı ve mistik (tasavvufi) yaklaşımlı bir İslam yorumu Aleviliktir. Anadolu’da etnik ve kültürel kökenleri ve farklılıkları ne olursa olsun, Alevilerin, Hakk-Muhammet-Ali Yolunda İslam’ı yorumları, Tanrı ve yaradılış anlayışı, Kutsal kitapları Kur’an’a bakış açıları, ta-savvuf yaklaşımları, edep-erkânları, Cem’leri, ibadethaneleri cemeveleriyle ve kutsal günleriyle kendilerini tanımladıkları şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde, İnsan Hakları, Toledo din eğitimi gibi Uluslararası andlaşmaları, Anayasının ve kanunların ver-diği güvenceyle varlığı resmen kabul edilmese de bu tartışmasız kabul edilmesi gereken somut bir gerçektir.
1965’e dek nüfus sayımlarında konuşulan dillerden söz edilir ama aynı nüfus sayımların-da beş dinî topluluk tanımlanır: Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, dinsizler ve “diğer-leri”. Hıristiyanlar, kendi içlerinde Katolik, Ortodoks, Protestan, Gregoryen diye ayrılsa da Müslümanlar arasında asla Sünni ve Alevi diye bir ayrıma rastlanmaz. Alevi farklılığı, hasıraltı edilmiş durumdadır. Bu bilinçli bir politikadır: Devlet İstatistik Enstitüsü’nün mü-dürü Ekim 1940’ta radyoda yaptığı konuşmada, nüfus sayım memurlarına tüm Müslü-manları “Sünni, Şafi, Alevi, vb mezhep ve tarikat farkı belirtmeden” Müslüman olarak kaydetmelerini açıkça bildirir (Fuat Dündar, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, İstan-bul, Doz, 1999, s. 56.) Sadece 1960’larda çıkartılmış köy envanterlerinde, Alevi aidiyeti kayda geçirilmiş, ama bu veri de yayımlanmamıştır.
Alevi topluluğu kendi içinde büyük bir dilsel, etniksel/toplumsal ve inançsal çeşitlilik ya-şar. Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde üç dilsel topluluk ayırt edilebilir. Genellikle Nu-seyrî/Nusayrî diye adlandırılan, Arapça konuşan Aleviler ülkenin güneyinde, özellikle de Adana civarında ve İskenderun bölgesinde yaşamaktadırlar. Fazla kalabalık olmayan bu topluluk Suriye Alevilerine yakındır ve diğer Alevilerle tarihsel bağları zayıftır. En kalaba-lık iki dil topluluğu Türkçe ve Kürtçe (Kırmancı, Zazaca) konuşur. Kırdan kente göç önce-sinde,Türkçe konuşan Alevilerin en yoğun bulundukları bölge İç Anadolu’da, özellikle Kayseri-Sivas-Divriği üçgeni içinde kalan, ama aynı zamanda Hacıbektaş (Nevşehir ili) ve Ankara civarında da bulunan, ayrıca Çankırı, Çorum ve Tokat’tan Gümüşhane’ye ka-dar olan bölgeleri de kapsayan kırsal alanlardaydı. Ayrıca gerek Trakya’da, gerekse Ege ve Akdeniz sahillerinde de önemli Alevi nüvelerine rastlanmaktadır. Kırsal göç öncesinde Kürtçe konuşan Aleviler esas olarak Tunceli bölgesinde bulunmakta, ama aynı zamanda Elazığ, Erzincan, Bingöl ve Kars’ta yaşamakta; ayrıca Sivas, Malatya, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Erzurum ve Muş’ta da Alevi topluluklarına rastlanmaktaydı
Bugün, kırdan kente kitlesel göçün ardından ise, en yoğun Alevi yerleşimleri büyük kentlerde ve Batı Avrupa’da görülmektedir. Elimizde ciddi bir sayım olmasa bile bugün-Türkiye'de 6 bin Cemevi olduğu ve Alevî nüfusunun üçte birinin İstanbul bölgesinde ya-şadığı tahmin ediliyor. Daha sonra en yoğun olarak bulundukları yöreler arasında Anka-ra, Adana, Bursa, Antalya, Aydın şehirleriyle, Orta ve Doğu Anadolu'da yer alan Erzin-can, Sivas, Malatya, Tunceli illeri gelmektedir. Türkiye'de en çok Alevî köyü ise 60'ı karı-şık olmak üzere toplam yaklaşık 460 adet köy olup Sivas ilinde yer almaktadır. Bunların ardından sırasıyla, Tunceli, Erzincan, Tokat, Çorum, Bingöl, Kahramanmaraş, Amasya, Erzurum, Malatya, Adıyaman, Yozgat, Hatay, Elazığ, Muş, Balıkesir, Mersin, Kars, Adana, Ankara, Eskişehir, Gaziantep, İzmir, Kırıkkale, Kütahya ve Ordu illeri gelmektedir.
Anadolu Aleviliğinin hem Türkiye’de hem de Avrupa’da toplumsal-kültürel-siyasal bir harekete dönüşmesi, dahası Alevilerin Avrupa’da birer dinî topluluk olarak örgütlenmeleri, Alevi kimliğindeki değişimlerin de ana göstergeleri arasında yer alıyor.
Avrupa’da Alevilik üzerine araştırmalar yapan Elise Massicard 11 aralık 2015 te yazdığı bir makalede Alevilerin Batı Avrupa’ya yerleşim safhalarını şöyle açıklıyor:
Burada üç ana safhadan söz edilebilir:
- İlki, 1960’larda işçi göçü nedeniyle Alevi erkekler Türkiye’den Batı Avrupa’ya, özel-likle de Batı Almanya’ya büyük gruplar hâlinde göç etmeye başladılar.
- İkinci safha 1970’lerin başında işçi göçlerinin son bulmasıyla başlamıştır. Çelişkili bir şekilde işçi göçü dursa da özellikle aile birleşimi için gelen kadın ve çocuklar nedeniyle Türkiyeli göçmenlerin sayısı artmıştır.
- Üçüncü safha ise 1980 yılında Türkiye’de gerçekleşen askerî darbenin hemen öncesi ve sonrasındaki süreçtir. Bu süreçte işçi göçünden beri en büyük Türkiyeli göçmen akını meydana gelmiş; bu göçmenlerden büyük bir kısmını siyasi sığınmacılar oluşturmuştur.
Batı Avrupa’ya yerleşen Aleviler ilk zamanlar görünmez kaldılar. Sünniler gibi yerleşim ülkelerinde biçimselleşmiş bir dinî yaşantı kurmadılar. Bunun birinci nedeni göçlerin meydana geldiği dönemlerde Türkiye’deki Alevilerin köydeki inanç birliğinin, sosyal-kültürel ortak yaşamın fiziksel olarak kentsel ortamda dağılmasıdır. İkinci olarak göç hareketinin kendisi ibadetlerini azalmasına sebep oldu. Üçüncü olarak, pek çok Alevi Türkiye’de olduğu gibi göç ettikleri ülkelerde de kimliklerini halk içinde gizlemeye ya da inkâr etmeye devam ettiler. Hemen hemen hiç biri alenî olarak Alevi kimliğini açıklama-dığından, uzun zaman Türkiye’den göçen göçmenler arasında Sünni İslam gözle görüle-bilen tek din hâline geldi. Türkiyeli göçmenler bu nedenle dinî açıdan bağdaşık (homo-jen) kabul edildi; bu durum Türkiye’nin resmî kimliği ve söylemine de uygundu. Avrupa’daki Alevilerin, Alevi kimliklerini ifade etmeleri ancak Maraş ve Çorum katliam-larından sonra başladı. Alevilerin kendi örgütlenmelerini kurmaları ve Alevi hareketinin oluşmasının arka planında Türkiye’deki Alevilere yönelik şiddet eylemleri yer almaktadır. 1978 yılında Bülent Ecevit başbakanlığındaki CHP hükümeti döneminde yaşanan Maraş Katliamına, başbakanın yeterli tepki göstermemesi, Almanya’daki Alevilerin Alevi ismini anmadan faaliyet yürüttükleri Yurtseverler Birliklerini kurmaya sevketti.1980’li yıllarda Yurtsever Birlikleri altında örgütlenen Almanya’daki Aleviler, kültürel, dinsel etkinlikler düzenlemeye ve böylece yavaş yavaş kamusal alanda aktif olmaya başladılar. Her ne kadar etkinliklere katılanlar açısından bu etkinliklerin Alevi özellikleri taşıdığı kesin olsa da, “Alevi” sözcüğü kullanılmadı.
Türkiye’de gerçekleşen 1980 askerî darbesi ile alevi kimliğini ifade etme daha da arttı. 1980’lerin sonunda da Alevi kimliklerini açıkça ortaya koyan kurumsal yapılanmaya gitti ve Aleviliğin yeniden canlanmasını başlattı. Aleviliğin yeniden canlanması ise küresel ge-lişmelerle, yani hem Türkiye’deki hem de Batı Avrupa’da yaşamakta olan Alevilerin için-de bulundukları toplumsal koşullarla ilgiliydi. Kürt sorunu ile alakalı olarak 1980’lerin başında PKK tarafından başlatılan savaş Türkiye’de baş gösterdi. Bir diğer etkende 1980 askerî darbesinden sonra cuntanın, dümenini Türk ulusal kimliğine doğru çevirmesi, ulu-sal bütünlüğü sağlamak amacıyla Sünni İslam’ı vurgulaması ve Türkiye’de Alevileri teh-dit olarak gören siyasal İslam’ın öne çıkmasıydı. Türkiye’de ve Avrupa’da Alevilerin ge-nelikle taraftar olduğu sol ve aşırı sol hareketlerin gerilemesi ve Alevi inanç kimliğini sol siyasî kimliğin önüne çıkarmak isteyen alevilerin de bu yapılanmada etkisi oldu. Bu geri-leme aynı zamanda yeni ideolojiler, özellikle de dinsel ve etnik kimlik önem kazan-dı.1993’teki Sivas saldırısı ile 1995’teki Gazi olayları Alevi dirilişini hızlandırdı. Türkiye ve Batı Avrupa’daki birçok Alevi, Aleviliklerini açıkça ifade etmeye başladı ve çok sayıda Alevi derneği kuruldu.
Aleviliğin dirilişi, özellikle Batı Avrupa devletlerinde çokkültürlülük politikaları sayesinde gelişti. İsviçre konferasyonu zaten resmen 4 anadilin bulunduğu çokkültürlü bir ülke idi. 1980’lerde ve hatta 1990’larda çokkültürlülük, İngiltere, Almanya, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde öne çıkarıldı. Bu ülkeler göç meselesine temelde kültürel farklılık olarak yak-laşmaya başladı; farklı olma ve özgür ifade hakkını destekledi, kimlik ve kültür söylem-lerine dayalı politikalar uyguladı. Çokkültürlülük Aleviliğe böylelikle Alman kamusal ala-nında ilk kez tanınma fırsatını vermiş oldu. Bu kültürel fırsatın Alevi derneklerinin Avru-pa’da kurulma ve gelişmesi açısından önemli sonuçları oldu. Bu fırsatı yakalayan Alevi-ler, devlet yardımları ya da entegrasyon konularında çoğunluk toplumu ile müzakere etmek amacıyla kendilerinin “İslam kültürü” içindeki farklılıklarını vurgulamaya ve Alevi-liği, korunmaya muhtaç bir kültür olarak tanıtmaya başladı.
Göç aynı zamanda Anadolu Alevi kimliğinin çok boyutlu olduğunu da göstermiştir ve aynı şekilde Oğuz ve Türkmen kökenli Türk Alevilerinin yanı sıra, Zaza, Kürt ve Arap Alevile-rinin de var olduğu daha görünür olmuştur. Alevilerin Türkiye’de olduğu gibi Balkan-lar’da, Ortadoğu’da, Asya’da çeşitli topluluklarda da var oldukları görülmüştür. Belirtilen bölgelerde sadece etnik ve dil konusunda değil aynı zamanda Alevilik hakkında farklı görüş, gelenek ve işleyiş, yaşayış tarzlarının olduğu fark edildi. Ayrıca, bu süreçte Alevi-ler kimliklerini daha iyi tanımlama ve tanıtma imkanı bulmuşlardır.
Sayıları giderek artan Alevi dernekleri, dernek toplantıları için kiraladıkları hatta satın aldıkları yerleri ibadet yerleri olarak görmeye başladı; cemler yürüttü. Aleviliği, edep-erkânıyla demokrasi, hoşgörü ve uzlaşma ilkelerine dayalı “kültür”ü olarak tanıttı. Yerel yahut ülke seviyesinde kendilerini «Dinî inanç topluluğu» olarak kabul ettirmeye çalış-tıştılar. Bugün hiç olmazsa, Almanya’da, Avusturya’da ve İsviçre’de Basel kantonunda olduğu gibi Alevi dernekleri “Religionsgemeinschaft” Dinî inanç topluluğu statüsünü ka-zandı. Kamu tüzel kişiliğine sahip olarak siyasî otoritelerle ortaklaşa çalışmalar yürütü-yor ve devlet okullarında din eğitimi verme hakkını kullanıyorlar.
2- 1950li senelerden itibaren Yurtiçi Göç ve kentsel ortamda Alevilik

1950 li yıllardan itibaren ekonomik sıkıntıdan köylerden şehirlere göçte cemlerde ve erkânda devamsızlık ve çözülmeler oldu. Ocaklar ve Dedelik kurumu etkilerini kaybet-meye başladılar ve gerekli “birleştirici” güç olarak ortaya çıkamadılar. Kentlerde yaşa-nan bu “boşlukta” Alevilerin ilk dernek örgütlenmeleri “köy dernekleri” olarak ortaya çıktı. “Alevi” kelimesini dernek kuruluşunda kullanmak yasak olduğundan kentsel ortam-da ilk Alevi dernekleri bildiğimiz kadarıyla 1955’de Ankara’da “Ocakköyü Kalkınma Der-neği”, 1957’de İstanbul’da ise “Divriği Kültür Derneği” olarak kuruldu.
27 mayıs 1960 devriminden sonra yeni anayasa 12.ci maddesi: “Herkes dil, ırk, cinsi-yet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşittir....” ile 19.cu “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.... (...) Din eğitimi ve öğretimi ancak kişinin kendi isteğine....bağlıdır” maddesinden güç alarak yeni alevi uyanışı ve derneklerin açılışı başladı. Bu dönemde “Hacı Bektaş” ismiyle kuru-lan derneklerin sayısı 20’yi buldu, Alevi ismi kullanılmadan “Cem” gibi, “Ehlibeyt” gibi ilk Alevi dergileri bu dönemde yayınlandı.
1960-70 yıllarında, Anadolu Alevileri, ekonomik zorlama altında, daha da çok sayıda kır-sal kesimden çıkıp kentleşmeğe başladılar. Bir çokları daha da büyük bir sıçrama yapa-rak çeşitli Avrupa ülkelerine çalışmağa gittiler. Bu göç bir taraftan kapalı köy düzeninden karışık açık şehir düzenine geçmeyle Alevi Dedelik Kurumunu, ayin ve erkânını (İkrar verme, Musahiplik ve Görgü Cemi, vb…) zorladı; diğer taraftanda bilinçlenmeyi ve kim-lik arayışını hızlandırdı. Diğer taraftan 1978’de Maraş, sonra 1980'de Çorum ve 2 tem-muz 1993’te Sivas Madımak katliamı, 12 mart 1995 İstanbul Gazi mahallesi olayları gibi olaylar ise Osmanlıdan beri fazla bir şeyin değişmediğinin göstergesiydi. Ama bu kat-lıamlar topluluğumuzun bilinçlenmesine, kurumlaşmasına, kendine güvenmesine ve haklarını aramasına yol açtı. Aynı zamanda kimlik aramasını daha ciddi, daha ilmi çer-cevede yapmağa yöneltti.
Aranan ideal değişimi oluşturamadıysak bile, artık bugün Türkiye'deki Batınî İslam yo-rumundan bahsederken genel «Alevi» kimliğinin daha net bir şekilde ortaya çıkmasıyla kendini yavaş yavaş 20 milyonluk “çok sesli bir bütün” olma yolunda bir toplum olarak Alevilikten söz ediyor ve bunun bilinçiyle yaşamaya çalışıyoruz. Buna rağmen hâlâ kimlik arayışında Ocaklar ve Dedelik kurumunun büyük ölçüde ye-tersiz kalması, kurulan derneklerin bu yetersizliğe çözüm bulamaması, inanç ve ir-fan/eğitim görevini gerektiği gibi yapamayıp boşluğu dolduramaması, dernek yapılan-masında ve idaresinde etkili olamaması, neticede dinsel amaçlarına ulaşamaması, çoğu derneği siyasi akımların etkisine bıraktı. Maalesef toplu olarak haklarını arayacakları partilerüstü özgür bir Alevi siyaseti oluşturmasına da mani oldu. Siyasetin din üzerinden yapıldığı bir ortamda dernekler Dernek-İnanç-Siyaset üçgeni içinde sıkıştı ve henüz doğ-ru yolu bulacak çözümleri bulamadı.
3- Yurtdışı Göçle ilgili Genel Bilgiler

Yurtdışına göçte de, yurtiçi göçte yaşananların üstüne bir de kültürel uyum sorunları eklendi. Yabancı bir dile hakim olup kendini ifade etmek, kişiliğini ve kültürel kimliğini yaşamada ve korumada, yerel örf ve adetlere olduğu kadar kurumsal ve hukuksal yapı-yı yaşamada da zorlandı.
Yurt dışında bulunan Türkiye kökenlilerin sayıları konusunda resmi verilerde ciddi bir be-lirsizlik söz konusudur. Konuyla doğrudan ilgili kurumlardan Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), bir dokümanında “yurt dışında 6,5 milyon va-tandaşımız yaşıyor” ibaresi dışında hiçbir ciddi ayrıntılı sayısal veri yok (YTB, 2015). T.C. Dışişleri Bakanlığı da kendi web sayfasında “yurt dışında yaşayan 6,5 milyonu aşkın Türk toplumunun yaklaşık 5,5 milyonu Batı Avrupa ülkelerinde” dışında herhangi bir ayrıntı vermemektedir (T.C. Dışişleri Bakanlığı-Yurtdışında yaşayan türkler).
Nedir bu yurtdışı göçün Batı Avrupa’da niceliği ve niteliği? 2015 verilerine göre Türk va-tandaşlarının en fazla bulunduğu ülkeler ve sayıları:
1 Almanya 2.502.000
2 Fransa 541.000
3 Hollanda 384.000
4 Belçika 160.000
5 İsviçre 120.000
6 Avusturya 112.150
7 Britanya 79.000
8 Danimarka 55.000
9 İsveç 39.000
10 İtalya 25.000
11 Norveç 15.000
İsviçre Konfederasyonu resmi rakkamlarına göre İsviçre’ye yerleşen 120 bin Türk vatandaşının %40 ki (yaklaşık 45 bini) İsviçre tabiyetine de geçmiş durumda. 2003 yılından itibaren bu rakkamlarda geriye dönüşlerle hafif bir düşüş görülmektedir. Türk tabiyetin-de kalan 75 bin kişi arasında 25bine yakını İsviçre doğumludur.
Bu nüfusun büyük kısmı 80 darbesinden sonra İsviçre’ye gelmiştir. 1980 darbesine kadar 30 bin olan Türk vatandaşı nüfusu 1982 den itibaren yaklaşık 60 bin kişinin siyasi sığınmacı müracaatıyla 1989 kadar 90 bin artma gösterdi. Gelenlerin, siyasi sığınmacı olsun olmasın, çok büyük kısmı Antep-Maraş-Adıyaman üçgeni içindeki alevi inançındaki va-tandaşlar teşkil ediyordu.
Göç eden Türk vatandaşlarının %54dü erkek,%46sı kadındır. Çoğunluğu almanca konu-şulan kantonlara yerleşti. %80,4 nünde de C çalışma izni vardır. 2007 sonu rakkamlarına göre de 75bin türk vatandaşının %85’i 20-60 yaş arası çalışanlardır. Genellikle eğitim seviyeleri, 2008 verilerinde, İsviçre’lilere göre daha düşük görünüyor. Bunun sebebi Tür-kiye’de kırsal kesimde, bilhassa kadınlarda, eğitimin eksikleri ve 80-90 li yıllarda gelen-ler arasındaki yüksek eğitimlilerin diplomalarının kabul görmemesi ve kabul için gereken imtihanlardan geçmedeki zorluklardır.
Bugün İsviçre Türk topluluğu arasında yaklaşık 50 bin kişinin alevi inançında olduğunu tahmin ediliyor. Almanya’da 700 bin, Fransa 200 bin Avusturya’da 55 bin civarında.
4- ALEVİLERİN GÖÇTE YAŞAMI: Entegresyon Sürecinde Kimlik Ve Din

Kimlik duygusu bir boyutuyla bireyin içinde olup biten bir olgudur. Bedensel yapımız, değer yargılarımız, inançlarımız, yaşadıklarımız ile cinsiyet, yaş, statü gibi birçok faktör-le yakından ilgilidir. Diğer taraftan kimlik duygusu bireyin dışında olup bitenlerle de çok yakından ilgilidir. Örneğin geleneksel giyim-kuşamı, davranışları, yaşayışı ve çocukların eğitimindeki etkin rolü ile kadın, aile ortamında geleneksel halk dindarlığı ve kültürünün canlı bir biçimde hayatiyet bulup süreklilik kazanmasına, dolayısıyla kimlik oluşumuna önemli katkılar sağlar. Diğer taraftan bireylerin birlikte zaman geçirdiği, kurumsal or-tamlar da değerlerini ve kaidelerini paylaştıkları bir sosyal öğrenme sürecidir. Bu anlam-da bireyin gelişimi süreci baştan sona bir kimlik edinme süreci olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kimlik edinme süreci hem bireysel, hem toplumsal, hem kültürel ve hem de tarihsel bir süreç olma özelliği taşımaktadır .
Avrupa’ya göç edenler arasında en büyük kimlik problemi yaşayan kuşak ikinci ve daha sonraki kuşaklardır. 1960’larda başlayan ve dalga dalga Avrupa’nın çeşitli ülkeleri-ne yayılan Türk göçü, yaşadıkları ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal demografik yaşa-mında göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir güç haline gelmiştir. Önemli bir kısmı içinde bulundukları ülkelerde doğup büyümüş, o ülkenin okullarında eğitimlerini tamam-lamış, dolayısıyla, İngilizce/Almanca/Fransızca/İtalyanca gibi dilleri rahatlıkla yazıp ko-nuşabilen, iletişim problemini büyük ölçüde çözmüş ve daha da önemlisi yaşadıkları ülke vatandaşlığına kabul edilmiş kimselerdir. Dolayısıyla bu kuşağın Avrupa kültür değerleri-nin baskın olduğu bir toplumsal çevrede sosyalleşip sosyo-kültürel kimliklerini oluştur-dukları, doğumlarından itibaren bu toplumun bir parçası olarak toplumsal hayata katıl-dıkları açık ve seçiktir. Doğal olarak bu kuşak kendilerinden önceki kuşaktan farklı bir tablo çizmektedir.
İki dilli ve çok kültürlü bir toplumda yetişen bu bireyler için benlik saygısının gelişimi çok önemlidir. Kendi kültürel benliğini kazanamayanların, başka toplumların değerlerine saygı duymaları, dolayısıyla yaşadıkları toplumla sosyo-kültürel uyum içinde olmaları beklenemez.
Sağlıklı bir kültürel kimlik, farklı kültürel değerlere uyum sağlamayı da kolaylaştıracak-tır. Aksi takdirde özgüvenleri zayıf olan topluluklar kendi değerlerine körü körüne sarıla-rak yaşadıkları toplumdan uzaklaşır ve içine kapanırlar. Bu durum ise önemli bütünleşme problemlerine yol açar.
Bir toplumda bütünleşme ve uyum süreçlerin hepsi biri birbiri ile yakından ilgilidir. Ancak bazı olgular merkezi bir konuma sahiptir. Bunlardan biri de dindir. Kimlik oluştur-ma başta olmak üzere çoğu sosyo-kültürel unsur az veya çok, doğrudan ya da dolaylı olarak bir şekilde dinden etkilenir. Kaynağı ne olursa olsun dinlerin insan kültür ve me-deniyetlerindeki etkisi ve yeri göz ardı edilemez.
Din olgusunun son yüzyılda özellikle kolektif aidiyet anlayışında önemini yitirmesi gün-deme gelse de bireysel düzlemde ve göç gibi çeşitli kimlik unsurlarının önem kazandığı durumlarda etkisini artırarak devam ettirdiği bir gerçektir. Özellikle göç ettikleri toplum-dan dışlanan bireyler, farklı bir kültüre veya toplumsal yapıya geçiş sürecinde dini bağla-rının daha fazla önem ve güç kazanacağı öngörülebilir.
Avrupa’daki Türk göçmenler üzerinde yapılan bir araştırmada yurtdışına göçün üzerinden on beş yıl geçtikten sonra dini tutumları bakımından kendilerini nasıl değerlendirdikleri sorusuna yaklaşık % 59’u "dine olan ilgisinin arttığını" beyan etmiştir. Yakın zamanlarda yapılan bazı araştırma verilerine göre de kendilerini "çok dindar" olarak değerlendirenle-rin oranı % 7, "dindar” olarak değerlerndirenlerin oranı yaklaşık % 65, "dindar olmayan-lar”ın oranı % 24.5 ve "hiç dindar olmayanlar” da %3'tür. Yine bu deneklerin, % 55 dinî vecibelerini yerine getirdiklerini, % 36’sı herhangi bir dini kuruluşa üye olduklarını be-lirtmiştir. Yetişkinlerin % 95'i "çocuklarının dinî yükümlülükleri yerine getirmesini" iste-mekte; %85'i "dinsiz yaşamın insanlar için iyi bir şey olmadığını" beyan etmektedir. An-cak burada kastedilen dini yükümlülükler arasında çoğunlukla halk inanış ve adetlerinin oluşturduğu bir takım unsurların da yer aldığı önemle vurgulanmaktadır (GÜNAY, Ünver “Göç, Din ve Değişme: Batı Avrupa’daki Türk İşçileri Örneği” Bilimname, S. 3, s 35-64. ).
Son dönemlerde Almanya Köln bölgesinde yaklaşık 500 kişi üzerinde yapılan bir araş-tırmada da deneklerin %75’i kendilerini orta dindar olarak nitelendirirken arasıra ibadet ettiklerini ifade edenlerin oranı %61 dir (Ayrıntılı bilgi için bakınız: ALTINTAŞ, İsmail (2008). Dış-Göç ve Din, Dem Yay., İstanbul s. 179-181). Benzer birçok araştırmaya rast-lamak mümkündür. Ancak birçoğunun verilerine göre din göçmenlerin hayatında önemli bir yere sahiptir ve bu önem giderek artmaktadır.
Avrupa’da yaşayan özellikle ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler üzerinde yapılan bazı araştırmalarda da her ne kadar dini bilgileri zayıf da olsa, benzer eksiklikler nedeniyle temel bazı dini ibadetleri yerine getiremeseler de büyük çoğunluğunun din ve tanrı inan-cına sahip oldukları ve kimlik referansları arasında dinin kendine önemli bir yer bulduğu tespit edilmiştir. Aynı araştırmaya göre aile ve yakın çevre, dini inançların aktarılmasın-da birinci derecede önemli rol oynarken medya ve kamuoyundaki olumsuz imajlar genç-lerin İslam’a bakışını olumsuz etkilemektedir.
İbadetlerin dinin en fazla görünür hale geldiği ve dini tecrübenin topluluk olarak yaşan-masına imkân veren boyutu ibadet/ritüel boyutudur. Dini eğitimi hangi kuruluşlardan alacakları, buralarda dini eğitim verecek kimselerin eğitimi hala birçok ülkede tartışma konusudur. Dış göçün ilk zamanlarında dinsel kurumlar yoktu. İlerleyen zamanlarda bir ibadethane ihtiyacını gündeme getirmiş, bu ise ihtiyacı karşılamak amaçlı bir takım ör-gütlemelere sebep olmuştur. 1970 başlarında bütün Batı Avrupa ülkelerinde ibadet yerle-rinin sayısı 50 civarında iken, 1980'lerde 2 bin ve 1990'larda 3 bine ulaşarak hızlı bir artış kaydettiği görülmektedir.
5- Avrupa’da ilk Alevi Yapılanmasından Bugüne Sorunları Etkileyen Olaylar:

Kısaca bu ilk Alevi yapılanma safhasında nasıl 1966 da Ortaça’da başlayan alevilerin katliami 70li yılların sonunda Maraş ve Çorum katliamlarının büyük etkisi oldu, 02.07.1993 Sivas Katliamı sonrası 10 temmuz da Köln’de ilk defa Aleviler kendi adına yürüyüş yapması sonrası Almanya’dan başlayarak bütün Batı Avrupa ülkelerinde, Türki-ye’de olduğu gibi, önemli bazı gelişmeler oldu ve taşlar yerinden oynadı. Alevi kurumla-rında dengeleri değiştiren, çözüm yollarını etkileyen ve yönlendiren olaylar oldu
a-24 haziran 1993 de PKK’nın Almanya’da Münih, Fransa’da Marsilya ve İsviçre’de Bern’de bulunan Türk konsolosluklarını basması sonucunda 26 kasım 1993te Alman-ya’da PKK yasaklandı ve değişik kurumları kapatıldı. Avrupa ülkelerinde Kürt politika-larında da değişikler oldu. PKK yı terör örgütü olarak kabul eden ülkeler çoğalmasın-dan sonra 1996 yılı ortalarına gelindiğinde tehditler yerini uzlaşmacı bir dile bıraktı ve PKK, Almanya ile politik bir diyalog ve çözüm arayışı içerisinde olduğu mesajını verdi. 13 Ocak 1998, Federal Savcılık şiddet eylemlerindeki azalmalara dayanarak, PKK'nın artık bir terör örgütü değil, bir suç örgütü olarak kabul edildiğini açıkladı. Fakat 2 Ma-yıs 2002'de Avrupa Birliği, PKK'yı terör örgütleri listesine eklemeye karar verdi. Bu arada Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanması ve idam cezasının ömür boyu hapis cezasına dönüştürülmesi, Türk televizyon ve radyo yayınlarında kırmancıya yer ve-rilmesi ve özel eğitim kurumlarında Kürtçe derslerine izin verilmesi Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde de önemli gelişmeler olarak algılandı.
b- 26 kasım 1993te Almanya’da PKK yasaklanması ve değişik kurumlarının kapa-tılması üzerine daha önce başlamış olan Kürt milliyetcileri ve sol hareketlerden hatta bazı ılımlı PKKlılardan Alevi derneklerine sızmalar ve yönetimde görev almalar hızlan-dı. 30/31 ekim 1993 de yapılan Alevi Birlikleri Federasyonu 3cü Olağanüstü Genel Ku-rulunda yönetim inançla alakası olmadığı halde “Aleviyim” deyip üstelik “Alevilik İslam dışıdır” ve “Ali’siz Alevilik” düşüncesini savunanların eline geçti. Bu tarih Avrupa Alevi yapılanmasında bir kırılma noktası oldu. Belki dernekler daha profesyonelce idare edilmeye başladı ama aleviliğin özü de tamamen saptırıldı. Bugüne kadar da yaptıkla-rı yapısal anti-demokratik değişimlerle Federasyon-Konfederasyon yönetimini kimse-ye bırakmadılar. Devamlı olarak Alevi üstçatı kurumlarını, alevileri, aleviliği bilinçli bir şekilde Kürt milliyetciliği ve siyasî gelecekleri için bir araç olarak kullandılar ve ku-rumlarımıza büyük zarar verdiler.
Bütün dernekler üstçatı yöneticilerinin bu “Alevilik yaklaşımını” paylaşmadılar; fakat bir çokları da bu üstçatıyı da terketmediler veya aidatlarını vermeselerde bu kurumla-rı terkedemediler. .
Bugün Alevilerin Avrupa yapılanmasında belki ikinci bir kırılma noktasına gelindi. Federasyonlardan “Alevilik İslam’ın bir yorumudur” diyerek ayrılan dernekler ile ba-ğımsız kurulan dernekler çoğaldı ve ağırlıkları görülür olmaya başladı. Bütün sorunla-ra rağmen özüne uygun yaşamaya, eğitimini vermeye çalışıyor ve gelecek nesillerde yaşaması için mücadele veriyoruz. Unutmayalım, hangi etniden, siyasi görüş ve par-tiden, sosyal gruptan olursanız olun “Aleviyim” diyen biri, Cemevinde olduğu gibi gün-lük yaşamda da ikrar vermiş görgüden geçmiş bir “Can” olarak hareket eder. Bunlar olmazsa olmazımızdır. Bunu gerçekleştirmeyi Federasyonlar çeyrek yüzyıldır yapa-madı. Biz yapabiliriz. Yeni bir yapılanma için bütün şartlar hazır. Birbirlerimize güvenip ilk adımı atıp ortak akılla sorunları “Birlik”te halletmek işten bile değil.
c- 2002’de AKP’nin iktidar olması ve Kürt açılımı girişimi ile “PKK eski PKK değil, sa-vaşmıyalım konuşalım” dönemi başladı. Hedef demokrasi standartlarını yükseltmek, anayasa değişiliği sürecine girmek ve PKKya silah bıraktırmaktı. “Barış Projesi” top-lumun bütün katmanlarında olduğu gibi Aleviler de “Kardeş kanı akmayacak” umudu-nu yarattı ve HDP’ye destek verdiler. 7 haziran 2015 seçimlerde HDP 6 milyon oy aldı ve mecliste 3cü parti oldu. Fakat arkasından PKK silahlara sarıldı. HDP ye oy verenler “HDP arkadan mı vuruldu? Ne oluyor?” diye sordular. PKKnın hedefi barış ve birlikte yaşam değil taktiksel duruş, siyasî stratejiymiş.
Almanya’da ki Alevilerde bazı şeyleri anladılar ve bu duruma tepki gösterdiler. 12 .11.2016 da Almanya Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun düzenlediği “Köln de “Dikta-törlüğe hayır, Demokrasiye evet” mitinginde ön tarafa yerleşen bir kısım PKK militanı Abdullah Öçalan posterleri açınca Aleviler protesto ettiler. Demokrasi için güç birliğiyle mücadeleye evet, ama Abdullah Öcalan’a ve terör örgütü PKK’ya hayır. Arada büyük bir fark var. AABK bu baskı karşısında “Demokratik Güç Birliği Platformu” ile ilişkilerini dondurmak zorunda kaldı.
d- Alevi toplumunun bireysel ve kurumsal düzeyde uzun yıllardır sürdürmekte olduğu “HAK ve EŞİTLİK” talepleri 2005 yılından itibaren Cem Vakfı tarafından açılan üç ayrı dava ile iç hukuk içinde de kurumsal olarak takip edilmeye başlamıştır. Bu süreçte toplumumuzun gündemine gelen “ALEVİ AÇILIMI” ve “ALEVİ ÇALIŞTAY-LARI” doyurucu hiç bir sonuç üretemediği için iç hukuk yolları tükendikçe söz konusu davalar 2010 yılında AİHM- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gündemine taşınmış-tı.
AİHM, 2014’te Cemevlerinin ibadethane olduğuna, 2015’te Zorunlu Din Derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hale getirilmesi gerektiğine ve 2016’da devletin inanç gruplarına karşı davranışlarında herhangi bir ayrımcılık olmaması ge-rektiğine dair Alevi kurumlarını sevindiren üç önemli karar aldı. AİHM Kararlarının uygulanmasını izlemekten sorumlu makam olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’de yaşanan 15.Temmuz.2016 darbe girişimi ve ardından gelen OHAL (Olağa-nüstü Hal) koşullarında, söz konusu kararların uygulanması ile ilgili izleme süreçlerini askıya aldı. 2018’de OHAL’in kaldırılması ile birlikte İnanç Özgürlükleri ile ilgili uygu-lanmamış kararlar topluca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3.Aralık 2019ta tekrar gündemine alındı ve 21 haziran 2020ye kadar hükümetten uygulama için bir Yol Hari-tası istendi.
Bu yasal kararlar, Aleviliğin tanımı ve Alevilerin inanç topluluğu olarak tanınması, bu haklar için mücadele veren Alevi kurumlarına özgüven ve ayrı bir güç kazandırdı.
e- Federasyon dışında kalan dernekler de özgüven kazanıp seslerini yükseltmeye baş-ladılar. Aralarında iletişim önem kazandı ve bir üstçatı altında birleşmekten uzak dur-salar bile arada sırada birlikte hareket ettiler. Bu ortamda Federasyon yöneticileri ha-talı adımlar atmaya başladılar. Sadece son iki yıllık dönemde bir iki olay oldu: Eylül 2018de “Devrimci Alevi Birliği” imzasını taşıyan ve etrafında kendileriyle bera-ber Almanya ABF ve Fransa FUAF gibi 21 kurumun amblemi bulunan bir bildiri sosyal medyalarda dolaşıyor ve “Alevi Kurumları, ortak bir açıklama yapıp bu yıldan itiba-ren artık Şii-İslami Muharrem Yas Ayı, 12 imam, Kerbelâ Oruçu vs.. tamamen kalk-malıdır” diye çağrı yapıyorlar. 4 Temmuz 2017 tarihinde Hacı Bektaş Veli’de toplanan bazı kişi ve kuruluş başkanları aynı teklifle bir bildiri yayınlamıştı. Niçin Alevi yapılan-ması başladığından beri Aleviliğin içini boşaltmak ve yok etmek isteyen girişimler olu-yor? Herkesin Alevi olmasını talep eden yok. Buna rağmen kim, neden İslamın bir yo-rumu olan Alevilikten ve Alevilerden korkuyor? Neden İnançsal Özgürlüğü” kabul bu kadar zor?
Bu bildiriye İsviçre’deki Alevi derneklerinden Basel ve Çevresi Alevi-Bektaşi Kültür Birliği, Biel Alevi Kültür Merkezi, Cenevre Alevi Topluluğu, İsviçre Alevi Topluluğu, İs-viçre Alevi Bektaşi Dergâhı, Langenthal Merkezi Alevi Cemevi, Lausanne Alevi Kültür Merkezi, Winterthur Alevi Kültür Merkezi “Muharrem yası ve oruçuda, 12 imamlarda bizim Alevi dinî inancımızdır” adlı bir bildiriyle 29.09.2018 de cevap verdi: (...)Şayet Alevi iseniz “Eline diline beline, aşına eşine işine sahip olmaya, kendine reva görmediğini başkasına uygulamamaya, kendini bilip, 72 millet ve tüm canla-ra, Ehlibeyt ve 12 imamlara sevgi saygı göstermeye ve dedenin “bu yol uzun ve zordur şimdi ikrar verip yarın döneceksen hiç söz verme, hadi git” demesine rağ-men ikrar verdiniz. “Aleviyim” diyorsanız günlük yaşantınızda da yalandan, fitne-den, riyadan uzak, eline-diline-beline sahip bir “Can” olun. Fakat siz Aleviyim ama Muharrem Yas ve Oruçunu 12 imamı vs. kaldırdık, Alisiz aleviyiz ve Alevilik İslam dışıdır diye sosyal medyada yazıyorunuz. Bu bir alevinin verdiği ikrardan dönmesi-dir. Belki de hiç ikrar vermediniz ve, alevi aileden gelseniz bile, inançla hiçbir ala-kanız yok. Hedefiniz derneklerin içerisine sızıp, bilgi kirliliği yaratarak derneklerde “Alevi” inancının özünü boşaltıp, üyelerinin birlik ve beraberliğini siyasi veya milli-yetçi faaliyetlerinize alet etmekti.
Yeter artık. Bundan sonra sizleri “Pirincin içindeki beyaz taşlar” olarak değil “Ale-vi” inancının ismini gasp etmiş ve dinsel özgürlüğümüze, dini inancımıza, Alevi edep-erkânına saldıran, zedelemeye ve itibasızlaştırmaya çalışan bir dernek(ler) olarak görüyoruz. Neye inanıyorsanız o inancı istediğiniz gibi özgürce yaşayın, iste-diğinizi değiştirin ama başka inançlarında özgürlüğüne saygı gösterin ve erkânlarına karışmayın. Alevilikten elinizi çekin. Artık sizi sadece kınıyarak Yol’umuza devam etmeyeceğiz ve saldırılarınız devam ederse bulunduğunuz bütün ülkelerde, yerel kanunlara ve uluslararası sözleşmelere dayanarak ihlal ettiğiniz hak ve hukukumu-zu arayacağız. .
Ama AABF yoluna devam etti. Çelişkiler içinde bocalayan AABF hakkında gazeteci Ali Rıza Özcan 03.10.2019 tarihinde bir yazısında (https://www.ha-ber.com/makaleler/aabf-nereye-gidiyor/) şu olayın altını çiziyor: .
“Nitekim, 25 Eylül 2019’da Evrensel gazetesinin sitesinde yayınlanan ve söyleşiyi yapan Yücel Özdemir’in Alman devletinin oluşturduğu ve Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı benzeri olan Alman İslam Konferansı (Deutsche Islam Konferenz – DIK) içinde AABF’nin de yer aldığını belirtmesi üzerine Hüseyin Mat tam olarak şunları söylüyor: “Biz kurum olarak İslam zirvesine gözlemci olarak katılıyoruz. Çünkü biz bir İslam kurumu değiliz.” .
Öncelikle hemen belirteyim ki, “gözlemci olarak katılıyoruz” ifadesi kesinlikle doğru değil. Hüseyin Mat bu bilgi ile insanları açıkça yanıltıyor. Gerçek şu ki, AABF DIK’in tam üyesidir. Gözlemci statüsü yoktur. Katılımcıdır. Hem de ilk kurulduğu 2006 yı-lından bu yana! .
DIK’e 2006’da katılan kurucu örgütler ve temsilcileri şunlardır: .
Sadi Arslan (DİTİB) .
Ayyup Axel Köhler (ZMD) .
Mehmet Yılmaz (VIKZ) .
Ali Kızılkaya (IRD) .
Ali Ertan Toprak (AABF) .
Bu bilgilere ulaşmak için uzun boylu çabalamaya gerek yok. DIK internet sitesinde zaten var. AABF Başkanı Hüseyin Mat’ın bu gerçeği neden gizlemek istediği kendi cevaplaması gereken bir konudur. Burada niyet okuması yapmak istemiyorum. .
Ancak, “Biz İslam kurumu değiliz”, vurgusunun, aynı zamanda “biz (Alevilik) İs-lam dışı(yız)dır”, anlamına geldiğini ve Aleviler arasında bir süredir var olan tartış-mada başkanın açıkça ve tek yanlı olarak bir görüşün temsilciliğini üstlendiğini söy-leyebilirim. .
Bunun anlamı ise şudur: eğer Aleviler arasında süregiden tartışmalarda en üst se-viyede taraf olan bir kişi, diğer kimliksel tanımlamaları benimseyenleri temsil etme hakkını kaybetmiş veya rızasıyla bu temsilden vaz geçmiş demektir. O halde, Hüseyin Mat’ın şu an itibariyle, sadece Aleviliği İslam dışı tanımlayanların temsilcisi olduğunu ve diğer Alevileri temsil edemeyeceğini söylemek, doğru olur. .
Mat’ın DIK’te bulunmakla ilgili bize anlatamayacağı sıkıntıları olduğu çok açık. Ama, kendisine buradan çağrıda bulunmak istiyorum. Bu sıkıntıları DIK’e göndere-ceği ve bundan böyle DIK’in parçası olmayacaklarını bildiren bir yazı ile çözebilir. O zaman DIK resmi sitesinde AABF’yi tanıtan şu cümleler de doğal olarak geçersiz ha-le gelecek ve kaldırılacaktır:“Alevitische Gemeinde Deutschland e.V. türkçesiyle Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, AABF” .
Nokta. Söylecek başka bir şey kalmadı. Seçenekler önlerinde, şimdiye kadar yap-tıkları gibi birbirine ters düşen kimlikleri iki tarafı kandırarak yürütemezsiniz.
f- Bu seneki son gelişme Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ev sahipliğinde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun öncülüğünde Viyana’da 8-9 Şubat 2020 tarihlerinde yapılan 1. Avrupa Alevi Kurultayı’nın sonuç bildirgesi oldu.
Federasyonların çözülmeye karşı dernekleri tutmak için yeni stratejisini gördük. «Biz Ne O’yuz Ne Bu’yuz, Biz Aleviyiz» diyip «...inancımız Batın-î anlamda Hakk-Muhammet-Ali birliğini özünde barındıran her hangi bir inancın ve dinin içerisine haps edilmemesi» gerektiğini bildirgelerinde yazdılar.
Geçmişte net bir şekilde «Alevilik İslam dışındadır» deyişini terketmiş gibi görünenler bugün bu içeriği başka bir yaklaşımla «… her hangi bir inancın ve dinin içerisine haps edilmemesi» gerektiğini söylüyorlar. Şekil değişik ama öz aynı. «Alevilik İslam dışındadır» deyişinin keskinliği maskelenmiş fakat net bir şekilde de ne olduğu da söylenmemiş. Bu cümlecikle Aleviliğin İslamın içinde olmadığını ama tam dışında da olmadığını mı söylemek istiyorlar? Bu inandırıcı olmayan bir esneklikle, senelerdir izah ettiğimiz Aleviliğin bağdaştırıcı bir İslam yorumu olduğu söyleşimizi, kendi icatları “Senkretik Aleviliği” şöyle tanımlıyorlar:
“Kurultayımızın her üç komisyonunda da saptandığı ve temel değer ve ritüellerinde de açıklıkla görüleceği gibi Alevilik, mevcut diğer tüm din ve inançlar gibi kendine özgü ve farklı bir inançtır. Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması, cihat karşıtlığı, kadın erkek ayrımcılığını reddetmesi, Kırklar Cemi, Rıza şehri, Kabe’yi insanda görmesi, vb. özellikleriyle Batıni bir inançtır. Başta Cem olmak üzere, Rızalık ve İkrarlık ilkesi ile oruçları, Hızır’ı, Devriye inancı, Bağlaması, Semahı ile Alevilik, herhangi bir dinin veya inancın mezhebi değil, ancak kendi değerleri içinde doğru anlaşılır bir inanç, başlıbaşına bir YOL’dur”.
Bağıra bağıra Aleviliğin bir mezhep olmadığını ve İslam içindeki ayrışmaların dinbilimi sebeplerini, Şia’t-ü Ali yolunun tarihi süreçte oluşumunun ve bu tarihin mihenk taşlarını, ayrıntılarını, nasıl bir İslam yorumu olduğunu, niceliğini, niteliğini ve bu yorumu Kur’an ayetlerine dayanarak söyledik. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’daki ayetler temel alınarak geliştirilmiş “Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması” ve Cem’in Tevid ve Miraçlama/Semah etrafındaki yapısı, Zahirini belirtmedikleri Bâtını, İslam’ın dışında bir teolojik “bütünlük” içinde nasıl tanımlayabilirler? Bu iddia hangi yazılı veya sözlü geçmişe dayanıyor? “Kırklar cemi”nde bahsedilen peygamber Muhammed hangi inançın peygamberi? Tanrı Muhammed ile “doksan bin söz konuştu. Bunun otuz bini şeriat üzerine idi, inananlara indi. Kalan altmış bini ise Ali'de sırroldu” diye bahsedilen, Kırklar Ceminde Muhammed’in yanına oturduğu, bileği kesinlince kanayan Ali kimdir? Dışarıda olduğu söylenen Selman’ın ismi hangi inançta geçiyor? Bunlar sadece İslam’dan senkretik alıntılarsa inançlarının dinbilimlerinin ana temeli, erkân dayanakları, yazılı-sözlü belgeleri ve tarihcesi nedir? Luvi veya Zerduş inancı mı? Tek tanrılı ve çoktanrılı bilmediğimiz başka bir inanç sistemi mi? Kendini “dinsel inanç” olarak ifade eden her inança ve ona inanan insan topluluğuna hürmetimiz vardır. Söyledikleri “Senkretik Aleviliği” tanımlamak için kullandıkları terimlerinin İslam ve geleneksel Alevilik dışında tanımlarını bir “bütünlük” içinde nasıl ve hangi ilim ve bilimle yapacakları merak konumuz. Okuduklarımız ve duyduklarımız akıl, mantık ve zekâmızı hiçe sayan tam bir aldatmadır; düşünsel dolandırıcılık girişimidir.
Bu bildirgeden önce ve sonra değişik ülkelerde «dialog» teklifleri ve uzlaşma arayışları oldu. Çoğunlumuz bu uzlaşmayı ve birliği arzu ediyoruz. Bugün 1993 de Derviş Tur’un «hata ettik» dediği ortamdan çok uzaktayız. Belki biz güvensizlikten ve bencillikten bir birlik kuramadık. Ama bu sefer kırmızı çizgilerimiz belli ve bunların özünü aşağıda, ayrıntılarını da özel bir bölümde bulacaksınız. Yasal haklarımızı masa başında Federasyonların katkısı olmadan kazandık, şimdi de günlük yaşamda da kazanmak için mücadele vereceğiz.
6- Göçte Genç Kuşak Aleviler

6- Göçte Genç Kuşak Aleviler Alevilerin Batı Avrupa’da yaşamlarındaki sorunlarını ülke ülke almak yeterli değil; zira her ülkede göçü kuşaklar halinde bilhassa bu ülkelerde doğup büyümüş ve eğitim almış genç kuşakların sorunlarını ele almak gerekiyor. Sorunu «Avrupa ülkelerinde “Haklar mücadelesi” çerçevesinde elde edilen kazanımlar diaspora Alevilerinin bundan sonraki süreçte inançlarını-kültürlerini yaşatmasına yetecek mi?» diye de ele alabiliriz.
Bu soruya İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Cemal Salman’nın Hel-sinki Yurttaşlar Derneği SAHA dergisi Ocak 2016 da yayınladığı «Alevi Diasporasında üçüncü kuşak: Kopuş mu, kenetlenme mi?» makalesinde cevap veriyor ve başka bir so-ruyla bitiriyor. Özetle Almanya’daki Alevi gençlerine dair birkaç gözlemini paylaşıyorum:
Yeni bir kırılma eşiği: Üçüncü kuşak
Aleviler Almanya’da 147 Alevi Kültür Merkezi (AKM) var ve bunların 95’inin mülkiye-tinin Alevilere ait olduğunu Federasyon başkanı gururla söylüyor. Federasyona bağlı örgütler dışında sayıları az da olsa bağımsız dernekler ya da başka bir gruba –örneğin Cem Vakfı’na– yakın cemevleri de var. Dahası, bu örgütler içinden ister politik ister özel nedenlerle kopup kendi grubunu-derneğini örgütleyenler var. Almanya’da ilk gözlemlerime dayanarak kabaca inanç, siyaset ve etnisite (Türk ve Kürt Alevileri) temelli ayrışmalar gördüğümü ve bir tür üçlü sacayağından bahsedip bahsedemeye-ceğimizi sorduğum Köln Hacı Bektaş-ı Veli Cemevi dedesi Abidin Bozdoğan, ayrışma-nın temelde iki ayak üzerinde olduğunu ve etnisitenin bunlardan birine dâhil olduğunu ifade etmişti:
“Sizin sacayağı misali üç ayak dediğiniz aslında iki ayak. Yani birisi din ağırlıklı Ale-vilik, diğeri de politik ağırlıklı Alevilik. Ha siz bunun içerisine ulusalcılığı da sokarsa-nız, bu sefer o politik düşünceli Alevilik ikiye bölünüyor. Birisi Türk Aleviliği, diğeri Kürt Aleviliğidir.”
Hâlihazırda pek çok bölgede odak mekân (dernek, cemevi, AKM vb.) sıkıntısı var-ken bir de bu tür ayrışmaların olması, tabanı örgütlerden uzaklaştıran etmenlerden biri. Bu durum özellikle üçüncü kuşak Aleviler açısından kritik, çünkü genç kuşağın Alevi inanç ve kültürüyle bağını kurmasında-sürdürmesinde çevrede bir Alevi örgütü-nün varlığı büyük önem taşıyor.
Kısaca ifade etmek gerekirse,
a) Alevilerin yaşadıkları yerde bir Alevi örgütü olup olmaması,
b) Mevcut örgütün inancı mı siyasal hakları mı öne çıkardığı,
c) Örgütte etnik temelli ayrışmalar olup olmadığı,
…..yurtdışındaki Aleviler açısından örgütlere bakışı ve örgütlenme pratiğini doğru-dan etkileyen örnekler olarak göze çarpıyor. Bütün bu etmenler, Alevilik terminolo-jisine hiç hâkim olmadıkları bir dilde yetişen üçüncü kuşak açısından bir kademe da-ha yakıcıdır.
Yukarıda ilk iki kuşaktan kalkarak vermeye çalıştığım tarihsel arka planı hatırlaya-lım: Almanya’ya birinci kuşak işçi olarak gidenler, uzun yıllar sadece geçim derdi ve para biriktirme ile meşgul olmuşlar, yabancı bir ülkede tutunabilme kaygısı inanç-kültür meselelerinin önüne geçmiştir. Bu nedenle ikinci kuşağa inanç değerleri ya hiç aktarılmamış ya da çok yüzeysel-yetersiz düzeyde aktarılmıştır. İkinci kuşak, girişte bahsi geçen Münih araştırmasında da belirtildiği üzere, inanç eksenli hareket yerine kültürel-siyasal haklar temelli mücadeleye daha yakın durmuştur. Bu araştırmanın daha çok dernek üyeliği ile bağlantılı bir düzlemde gerçekleştirilmiş olması, ikinci ku-şağın tümüyle siyasal mücadele içinde olduğu yanılgısı doğurabilir. Gözlemlerime gö-re dernekler-siyasal gruplar içinde örgütlü olmayan ikinci kuşağın oldukça önemli bir bölümü ne inanç yönünden ne siyasal yönden Alevilik konsunda duyarlıdır. Bu grupta Aleviliğin yoğunlukla kültürel bir gelenek olarak yaşandığı ve dile getirildiğini gör-düm. Haliyle, ilk kuşakta şartların zorlaması, ikinci kuşakta ise bilgi aktarımındaki sı-kıntılar ve kültür-kimlik çatışmaları nedeniyle Aleviliğe dair bilgi düzeyi ve pratiğinin çok düşük düzeyde ve ancak bilhassa ilgili ya da örgütlü çevrelerle sınırlı kaldığını söylemek mümkün.
İşte tüm bunlar, hak mücadeleleriyle elde edilen kazanımların hepsi bir tarafa, üçüncü kuşağın karşı karşıya kaldığı Alevilik tanımı ve pratiği ile ilişkisini büyük oran-da belirliyor. Önceki kuşakların Aleviliği kâh felsefî kâh neredeyse sosyalizmle özdeş-leşmiş bir siyasal yönelime bağlayan anlatımlarında en azından çerçevesi çizebilen ve kişinin kimliğini ifade edebildiği bir Alevilik tasavvuru görmek mümkün. Diasporada doğup büyümüş gençler açısından böyle bir tasavvura sahip olmak zor, çünkü Alevili-ği algılamak ve tanımlamak için çok daha kısıtlı bir kavram dünyasının içinde yetiş-mekteler.
Köln’de farklı yaş gruplarından öğrencilerle görüştüm. Köln Üniversitesi’nde Alevi Öğrenciler Derneği adlı bir dernek kuran ve bu çatı altında bir araya gelen üç arka-daşla buluşmamızda, hem onları böyle bir dernek kurmaya iten nedenler hem de Alevilik tanımları ve yaşama biçimleri üstüne sohbet ettik.
(….)
Bu üç arkadaş hem aile çevresinde hem Alevi örgütleri içinde kimliklerini bulabile-cekleri, “Biz neyiz?” sorusuna yanıt olabilecek bir Alevilik anlayışı ve tanımı göreme-diklerini ifade ettiler. İlk iki kuşak arasındaki bilgi aktarımı sorunu, dolayısıyla üçüncü kuşağı da etkilemiştir. Bu gençlerin Köln Üniversitesi’nde bir dernek kurma düşünce-sinin altında yatan da aileden alamadıkları, örgütlerde de “aradıklarını bulamadıkları” Aleviliği kendi çabalarıyla öğrenme ve bu konuda çalışmalar yürütme amacıdır.
Bu noktada son olarak küçük çaplı ama kanımca genel duruma ışık tutan bir göz-leme değineceğim. Üçüncü kuşak gençlerin kendi dünya görüşlerini oluşturmada –diğer etmenlerin yanı sıra– ailelerinin (ikinci kuşağın) inançla kurduğu bağın da çok etkili olduğunu gözlemledim. Buradan kalkarak üçüncü kuşakta dört belirgin prototip belirledim:
1) Aileden inanca yönelik bir bilgi aktarımı olmayanlar. Bunlar bugün sadece “Ale-vi” olduklarını ifade ediyor ama Aleviliğe dair herhangi bir kavramı, ibadeti, felsefî ilkeyi bilmiyor ya da uygulamıyorlar. Bu gruptakilerin önemli bir bölümü anadilini çok az biliyor.
2) Siyasal tavırların belirgin olduğu ailelerde yetişenler. Aleviliği siyasî görüşlerinin bir parçası olarak alıyor ve öyle yorumluyorlar. Özellikle AABF çevresine ya da çe-şitli siyasal gruplara yakın gençler bu durumda. Bu gruba ayrıca doğrudan siyasal çerçevede bir eğilimleri olmayan ama Aleviliği bir kültür olarak görüp yorumla-yanlar da eklenebilir.
3) İnanç boşluğunu bulunduğu çevrede etkin olan diğer dinî grupların (genellikle radikal İslamcı grupların) söylemleriyle dolduranlar. Bunların bir kısmının yaşadığı yerde herhangi bir Alevi örgütü yoktur.
4) Özellikle son dönemde bir tür yeni “Alevi uyanışı” ile Aleviliği daha çok merak eden, onu kendi inancı ve kültürü olarak tanımlayıp yeniden Aleviliğe yönelenler. Bu yöneliş ilk başta daha çok saz, semah, deyiş gibi kültür ögeleriyle başlıyor. Ha-liyle bir tür “sembolik Aleviliğin” benimsenmesinden bahsedilebilir. Bu gruptakile-rin çok önemli bir bölümü yaşadığı yerin yakınında bir cemevi, Alevi derneği ya da Alevi Kültür Merkezi olanlar. Bu gençlerin ailesinden de buralara gidip gelenler var. Haliyle (odak) mekânın varlığı ya da yokluğu, kimliğin örülüşünü de önemli oranda belirliyor.
Bu manzara, diasporadaki üçüncü kuşağın bütününe genellenebilir mi? Diasporada Aleviliğin geçmişi ve bugünü az çok şekillenmişken geleceğini konuşmak için bu pro-totiplerden hangisinin baskın geleceğine bakmak bir gereklilikten çok zorunluluğa dö-nüşüyor diyebilirim.
(...)
Fakat şimdi diasporada Alevileri yeni bir sınav bekliyor. İkinci kuşak da artık 25-30 yılını doldurmak üzere ve bu kez mücadelesini verdiği hemen tüm haklarını elde et-miş ama kimi dil sorunu, kimi aileden aktarılamamış kimlik bilgisi, kimi Aleviliğin kendi iç dönüşümünün getirdiği pek çok sıkıntı nedeniyle bu kez “içeriden” engellerle yüz yüze bir kuşak yetişti. Bundan sonraki aşamanın kopuş mu kenetlenme mi geti-receğini, bu kuşağın Alevilikle, örgütlerin de bu kuşakla kurabildiği bağ belirleyecek.»
Bu birkaç gözleminin bütün Avrupa ülkeleri genç kuşak Alevileri için de geçerli olduğunu düşünüyorum.