a) Alevilik Ali ile başlar.
İslamı ilk kabul edenlerden, Hz. Muhammed’in yeğeni ve damadı Hz. Ali için “Ben ilmin şehri isem, Ali de o şehrin giriş kapısıdır” diyerek Ali’nin, kendinden sonra İslam’a ve Kur’an’a en hakim kişi olduğunu söylemesiyle başlar.
Alevi-Şii ilim adamlarının çoğunluğunun yanında, bazı Ehl-i Sünnet âlimleri de bu inancı taşımaktadırlar. Ehl-i Sünnet büyüklerinden Muhammed Kürd Ali şöyle diyor: “Peygamberi Ekrem (s.a.a) zamanında ashaptan bir grup Hz. Ali (a.s)’nin Şia’sı olarak meşhurdu.” (Gulam Hasan Muharremi’nin “Tarih Boyunca Şiilik” 1ci baskı 2010, sayfa 42; tercüme eden Hakan Karaca. Yayınlayan: Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı).
İslam toplumunda Ali’nin yarattığı sempatinin bir “askeri” ve “inançsal düşünür” liderliğine dönüşmesi ve “Alawi” diye adlandırılan kişilerin var oluşu Aleviliğin düşünsel başlangıcı olabilir. Fakat, bunun somut bir harekete dönüştüğünü söylemek zor. Ali İslam’ı ilk kabul edenlerden ve Mekke’li okur-yazarlardan birisi olarak Kur’an kâtibiydi. Kur’an’ın tefsirine (ayetteki sözlerin tanımının açıklanmasına) ve teviline (ayetteki sözlerin iç anlamının, “mânâ”sının açıklanmasına) hakim olması ve Hz. Muhammed’in Ali’nin yorumlarına değer verip O’nu müminlere rehber olarak göstermesi çok önemlidir. Bu Ali’ye güvendiğini ve Ali’nin yorumlarının İslam’ın doğru yolu olduğunu gösterir. Ama Ali’nin bu tarihsel kişiliğinin ötesinde daha önemli teolojik (dinbilimi) ve mitolojik kimlik kazanıp Kelime-i Tevhid’in “Lailahe illallah Muhammeden resulullah Aliyyün veliyullah” (Veliyullah, Allah'ın velîsi) olarak kullanılması ve “İmam” olarak algılanması hatta “tanrısallık” (Aliyullah) mevkiine yükseltilmesi, Miraç olayında ve mitolojik “Kırklar Cemi” anlatımında Ali’nin İslam’ın özünün koruyucusu Allah’ın Arslan’ı olması Aleviliğin ilerleyen yıllarında Ali’nin ulaştığı başka bir boyutudur. (Bak. Prof. Dr Ahmet Yaşar Ocak: Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz.Ali)
b) Alevilik Gadir Hum’da başlar.
Bu yaklaşımda İslam tarihinde Aleviliğin çıkış noktası Hicrî Zilhicce Ayı'nın 18.ci günü veya 17 Mart 632 Veda haccı dönüşünde Gadir Hum’da yaptığı konuşmadadır.
Şii tarihcilerden M. Emin el-Galibi, Tarihu'I-Aleviyyni (s. 58, 61) adlı kitabında "Şia" yerine “Alevi" kelimesini kullanıp, "...hicretin 10. yılı sünniler nezdinde çok meşhurdur. Çünkü Veda haccının yapıldığı yıldır. Alevilere göre ise daha meşhurdur. Çünkü Ali hizbinin teşekkül etmeğe baştadığı gündür. Gadir günü Hz. Peygamber ashabına, Ali'ye bey'at etmelerini emretti. Onlar da ihlas ve rızaları ile bey'at ettiler. Aleviliğin aslı işte oradadır, Alevilik buradan başlamıştır. Bey'at işi tamamlandıktan sonra Hz. Peygamber “bugün sizin dininizi ikmal ettim” ayetini (Maide 5;3) okumuştur. Bu mesut hadise üzerine sahabe Ali'yi, bize ve bütün müslümanlara Veliy oldun diyerek kutlamışlardır.". Ebu Bekir ve Ömer bunların başında gelmektedir.
Hanbeli'lerin imami Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, s. 368 eserinden tercüme ve Buharî, Ebu Muslim,vb.. gibi 40 hadis yazarıyla bin kadar da nakli delil getirilerek doğrulanan hadise göre Peygamberimiz Muhammed Mustafa Veda Haccından, Mekke’den dönerken Yüce Allah’tan şu ayet iner:
“Ey Resül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 5;67).
Muhammed bu emri alınca, ileri gitmiş olanları çağırtır. Gadir Hum denilen bir yerde, beraberinde olan yüzbin’in üzerindeki sahabesini bir araya toplar. Muhammed’in tebliğ etmekten çekindiği ve söylendiği an Allah’ın Muhammed’i insanlardan korumasını gerektiren bu ayet neydi? Hem de “Eğer bu tebliği yapmazsan Allah’ın elçiliğini yapmamış olursun” diyerek Cebrail’in ağır tehditte bulunduğu indirilen sözler neydi? Şia inançlı bir yazar olan Hakim el Haskani (Şevahidu't Tenzil, 1/87, 191, 192.) bu ayetin sebebini şöyle açıklıyor: "Hz. Peygamber Mi'rac'a çıkınca, Arş'ın altından Ali ibn Ebü Talib'in hidayet bayrağı olduğunu işitmiş, fakat yer yüzüne inince bunu gizlemiştir.” Ama bu ancak rivayet olarak izahlardan sadece biri olabilir.Geçmişte Muhammed’e indirileni bilme yolu sadece Gadir Hum hutbesinin metnini incelenmeyle ortaya çıkabilir. Bu hutbede iki önemli konu ele alınmıştır:
1- Hz. Peygamber bu konuşmasında dünyaya veda etme zamanının yaklaştığına işaret ederek risâlet görevini yerine getirip getirmediği hakkındaki kanaatlerini ashabına sormuş, olumlu cevap aldıktan sonra ashabının Allah’a ve âhiret gününe olan imanını yeniden ikrar ettirmiş ve ardından “sekaleyn hadisi” diye tanınan sözlerini söylemiştir.
Resulluhlah - “Size paha biçilmez iki şey bırakıyorum: Allah’ın kitabını ve Ehl-i beytimi... Benden sonra bunlara sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz”.
2- Resûl Ekrem konuşmasını bitirdikten sonra Hz. Ali’yi sağ tarafına almış, elini tutup kaldırmış ve şöyle demiş:
Resulullah: "Allah-u Teala benim mevlamdır, ben de mü'minlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım(yakınım). Öyleyse ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır"
Resulullah bu cümleyi üç defa tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdular:
Resulullah :"Allah'ım, onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğzedene (nefret edene) buğzet; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler. "
Halk henüz dağılmadan Allah-u Teala şu ayeti indirdi:
"Bu gün dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim." (Maide 5;3)
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdular:
Resulullah: "Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali'nin velayetine ran (hüküm sürücü) oldu."
Ve Muhammed hutbesini bitirirken “Bu söylediklerimi burada olmayanlara aktarın” diye emretmiştir. Bu mesut hadise üzerine sahabe Ali'yi, “bize ve bütün müslümanlara Veli oldun” diyerek kutlamışlardır. Ebu Bekr ve Ömer bunların başında gelmektedir. Ömer, Ali ile karşılaşmış ve "Ey Ali! Sen her mu'minin mevlâsı oldun" diyerek onu tebrik etmiştir.
Gadir Hum hutbesine dayanarak Ali taraftarları Muhammedin vefatından sonra halifeliğin Ali’ye geçmesini beklediler. Ebu Bekir ve Ömer ile taraftarları verdikleri biatı “unuttular”. Sonra da Muhammed’ın “Mevla” kelimesini “dost” anlamında kullandığını iddia ettiler. Aleviler Ebu Bekir’in sonrada Ömer ve Osman’ın halifeliğini reddettiler. Böylece siyasi muhalefet ve İslam’da inanç ayrışması ve bölünme başladı.
Alevilere göre Gadir Hum’da Muhammet ne demek istedi?
Muhammed kendisine Hacta refaket eden topluluğu geri çağırarak Gadir Hum’da topluyor ve Allah’ın kendisine verdiği “insanlara ulaştırma” emrini genellikle yerine getirdiğini tasdik ettiriyor. Böylece Allah’ın ikazından sonra söyleyeceğinin “unutulmaması” gereken çok önemli bir şey olduğunun altını çiziyor.
Bu unutulmaması ve orada olmayanlara bildirilmesi gerekenlerin tam ve açık anlamı nedir?
1- “Size paha biçilmez iki şey bırakıyorum: Allah’ın kitabını ve Ehl-i beytimi... Benden sonra bunlara sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz”. Bu iki önemli miras asla birbirinden ayrılamaz. Ehl-i Beyti Kur’an’dan, Kur’an’ı Ehl-i Beytten ayırma sapıklığa götürür. Ancak Ehl-i Beyt, Allah’ın buyurduğu gibi Kur’an’ın özünün sonsuza kadar muhafaza edilmesini ve Kur’an’ı, içinde yaşadığımız zamana göre, en iyi şekilde anlamamızı sağlar.
2- “Ben kimin Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır”. Burada kullanılan “Mevlâ” kelimesini, Muhammed hayatta olduğu zaman, Hicrın ilk yıllarında yazılmış Medine Vesikası’nın 25 B maddesinde kullanmış ve Medine’lilerce açık bir şekilde anlaşılmıştır:
“Benû ‘Avf Yahudileri, müminlerle birlikte bir câmi’a teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse bizzat kendileri dâhildirler.”
Burada, ‘mevlâ’ cami’anın öncüsü, rehberi olan kişi anlamındadır. Buna göre hadisin manası şöyledir; “Ben bugün kimin öncüsü ve rehberi isem, yarın Ali de onun öncüsü ve rehberidir”.
Hadisin sonunda da zaten Muhammed’de “Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali'nin velayetine ran (hüküm sürücü) oldu." diye konuşmasını özetliyor. Müminlerin mevlası ve velisi, yani önderi ve rehberi Ali’dir. Dolayısıyla, bir Alevi ancak Hz. Muhammed’in risaletini (yani peygamberliğini) ve Hz. Ali’nin velâyetini (Tanrının kendine dost kıldığı ve verdiği ilhamla yaratıcı varlığına kattığı velilik, ermişlik) ve öncülük ve rehberliğini gerçekten gönül gözüyle bakıp rıza vererek kabul eden, bağlanan kimsedir.
Ancak bu iki eksik bildirildikten sonra İslam dinî tamamlandı ve kemale erdiği ilan edildi.
NOT: Geniş bilgi için bak: Allame EMİNÎ’nin orijinal adı “Fi Rihab'il Gadir” olan 11 ciltlik eserinden Ali Asker HORASANI tarafından özetlenerek “El- Gadir” ismiyle yayınlanan kitabın Seyid Ali HÜSEYNİ tarafından tercümesinin Bahri Akyol’un yayına hazırladığı “Gadir-i Hum” (Islamî Kültür ve llişkiler Merkezi Tercüme ve Yayın Müdürlüğü 1ci baskı 1998)
c) Alevilik Muhammed’in Hakka yürümesiyle başlar.
Halifelik etrafındaki siyasî ve dinî “iktidar” ihtilafıyla başladı. Beni Saida Sakifesinde (çardağında) Ebu Bekir ve Ömer dine ve Muhammed’in mirasına sırt çevirerek dinsel bir devamlılık sağlayacak halifelik seçimini siyasî güç dengelerinin belirlendiği bir iktidar savaşına dönüştürdüler. O gün ashabın önde gelenlerinden bir grup, Hz. Ali’nin imamet ve hilafete daha layık olduğunu açık bir şekilde söylemişlerdi. Ali taraftarları Ebu Bekir’in sonrada Ömer ve Osman’ın halifeliğini reddettiler. Böylece siyasi muhalefet ve daha sonrada İslam’da inanç ayrışması ve bölünme başladı. Bu duruma karşı Osman’ın halifeliği sırasında Ali hislerini şöyle ifade ediyor:
“ Acı bir çok olaya, istemeye istemeye ve iğrenerek sabır gösterdim. Hayret! Allah’ın dinini inkâr etmek için öylesine yalan söyleniyor ki, insanın şaşkınlık ve üzüntüden saçları ağırıyor. İnsanın kulağına çalınan ve gözüne kara vuran şeyleri Peygamber duysaydı, asla rıza göstermezdi.” ( 1044 te Ebu’l Kasım tarafından derlenmiş Ali Divan’nında sayfa 97; no.763-765, çev. Vedat Atila 1990)
d) Alevilik Sabaiyye hareketiyle başlar.
Abdullah ibn Saba ve Sabaiyye'lerin 651 den itibaren Mısır, Basra ve Küfe’de Osman’a karşı ilk Ali taraftarları isyanlarıyla ilk bilinçli Alevi direnç hareketinin ve dolayısıyla Alevi/Şi’at-ü Ali yapılanmasının başladığını kabul ederler. Muhtemelen Osman’ı da öldürüp Ali’nin halifeliğine destek verdiler.Sabaîler Hz. Ali’de Tanrısal özün saklı olduğuna ve bu özün Ali soyuna geçtiğine sonrada her birinde Ali’nin dolayısıyla Tanrı’nın tecelli ettiğine inanırlar. Sabaîlik daha sonra değişik isimlerde devam etti. (Bak Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî’nin (ö. 922) “Fıraku’ş-Şî’a” adlı Şiîliğinin ilk üç asırlık tarihine ışık tutan eseri. Türkçe tercümesi “Şii Fırkaları”). Bazıları Abdullah ibn Saba’yı yahudilikten İslama geçti diye kendisini ve hareketini küçük düşürmek veya saf dışı etmek istediler. Fakat bu çok gülünç bir yaklaşım zira, hele o devirde, Hz. Muhammed dahil, müslüman olan herkesin daha önce başka bir inançı vardı. Bir zorlama olmadan İslamı kabul etmek bir putperest, bir hıristiyan, bir yahudi, bir zerduşt veya mani inançından olan biri için hiç küçük düşürücü ve şaşılacak bir şey değildir.
Bazılarıda Aleviliğin başlayışını daha kesin bir şekilde üçüncü Halife Osman’nın katledildiği gün doğduğuna inanlardır. Bu olaydan sonra Şiiler yani Hz. Ali (a.s)’nin takipçileri kendilerini Osman’ın intikamını almak isteyenlerin diğer bir tabirle Osman’ın takipçilerinin (Osmanîler) karşısında buldular. İbn-i Nedim şöyle yazıyor: “Talha ve Zübeyir Hz. Ali (a.s)’ye muhalefet ettikleri ve Osman’ın kanının intikamını almaktan kesinlikle el çekmedikleri zaman, Hz. Ali (a.s)’de hakkın fermanına uymaları için onlarla savaşmaya karar verdi. O gün ona (a.s) uyanlar Şia olarak addedilmeye başladı ve oda onlara “benim Şiilerim” diye hitap etti” ((Gulam Hasan Muharremi’nin “Tarih Boyunca Şiilik” 1ci baskı 2010, sayfa 41; tercüme eden Hakan Karaca. Yayınlayan: Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı)..
e) 23 haziran 656 da Medine halkının Ali’ye biat etmesi ve halife yapmasıyla başlar:
Aleviliğin, Hz. Ali’nin şahadetine kadarki süreç içinde doğduğuna inananlar vardır.
Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle ortaya çıkan karışıklığın, Hz. Ali'nin halife tayin edilmesiyle nisbeten hafiflediği görülmüş ve müslümanlar çoğunlukla Hz. Ali'ye bey'at etmişlerdi. Muhammed 'in dul eşi Aişe, Zübeyr, Tâlha ve Şam valisi Muaviye, Hz. Ali'ye bey'at etmeyenlerin başında geliyorlardı. Bunların Hz. Ali'ye bey'at etmemelerinde Osman'ın öldürülmesinin Hz. Ali taraftarlarınca gerçekleştirildiği görüşü rol oynuyordu. Ancak Hz. Ali bu olaylarla uzaktan yakından bir ilişkisinin olmadığını, kendisine bey'at etmeyenlerin müslümanlar arasına nifak soktuklarını ifade etti. Halife Ali bin Ebu Talib ile Aişe ve taraftarları Basra'da karşılaştılar. Cemel savaşı müslümanların arasındaki ilk iç savaş olarak bilinir. Savaş Halife Ali bin Ebu Talib'in zaferi ile son buldu. Savaşta Aişe'nin müttefiklerinden Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah öldürüldü, Aişe ise Ali tarafından Medine'ye gönderildi.
Cemel savaşı sonrası Muaviye Hz. Ali’ye karşı daha da muhalif olmuştu. Hz. Ali, Cerir b. Abdullah el-Becili'yi, kendisine bey'at etmeyen Muaviye'ye beyat almak amacıyla göndermiş ve müslümanların Cemel vak'asındaki durumundan örnekler vererek kan dökülmemesini istemiş ama bir sonuca varılamamıştı. Bu görüşmeler esnasında yaşanan Ali “Kişinin hukuku hiçbir şeye feda edilemez” diyerek Hz. Osman’ın gerçek katillerinin bulunup cezalandırılması fikrini savunurken, Muaviye “ Milletin selameti için kulun hukuku feda edilir” diyerek tüm isyancı grubun öldürülmesi fikrini savunuyordu. Bu görüş farkı ve Ali’nin halifeliğine karşı olması savaşın başlama nedeniydi. Hz. Ali kazanmak üzereyken Muaviye’nin ordusu hileye başvurdu. Mızrakların üzerine Kur’an ayetlerini asıp “ Aramızda Kur’an hakem olsun” diye Hz. Ali’nin askerlerine bağırıyorlardı. Hz. Ali (r.a) bunun savaş hilesi olduğunu anlayıp askerlerine savaşmalarını emrettiyse de söz geçiremedi ve Hakem Olayı yaşandı.
Bu olay üzerine müslümanlar dağılmış, Muâviye kendisini meşrü halife ilan ederek İslâm tarihinde çift halife dönemi başlamıştır. Bu durum Hz. Hasan'ın halifeliği kendi rızasıyla vermesine kadar devam etmiştir. Ancak Hz. Ali hiç bir zaman Muâviye'yi meşru halife olarak tanımamış, şehîd edilinceye kadar Şam hariç bütün müslümanlarca halife olarak kabul edilmiştir. Bu savaş sonucunda ortaya çıkan Hariciler hem Ali’ye ’a hem de Muaviye ‘nin halifelik isteğine karşı çıkıyorlardı. Haricilerin daha sonrasında Hz. Ali’yi şehit etmesiyle Muaviye’nin Halife olabilmesi için önünde bir engel kalmadı ve böylece Halifelik Emevi hanedanlığına geçti.
f) Alevilik Kerbelâ katliamına tepkiyle başlar.
Bazıları Hüseyin’in 680 de Kerbelâ’da şehit edilmesinin ardından yükselen tepkilerle ve Hüseyin’in katillerinin öldürülmesiyle sonuçlanan isyanlarla aleviliğin başladığını söyler.
İslam tarihinde korkunç ve dengesiz bir siyasal olay olan Hz. Hüseyin ve yakınlarının Kerbela’da katledilmesi, bütün müminleri de derinden sarsmış ve kalplerinde kapanmaz bir yara açmıştı. Kerbela katliamı o zamana kadar var olan Alevi hareketinin Şia’t-ü Ali olarak kurumsallaşmasına yol açan önemli bir olay oldu. 683 te Abdullah bin Zübeyr isyanı ve Mekke'ye sığınması ile Emevi ordusunun Medine'yi talan ettikten sonra Mekke'ye ve Kabe'ye büyük zararlar vermesi yüzyıllarca unutulmadı. 685 yılının Ekim ayında Muhtâr es-Sekafî (ö.mart 687) isyan etti ve Hz. Hüseyin’in katillerini öldürdü.
Muhtar’ın ölümünün ardından Hz. Muhammed’in torunları Seyyit ve Şerifler üzerinde baskılar yoğunlaşınca, yavaş yavaş büyük çoğunluğu Arap dünyasını terk edip İran ve Horasan’a yerleştiler. Bu yarım asırlık dönemden sonra, Emevîler’in zayıflamasına paralel olarak 740 ta bizzat bir Ehlibeyt mensubunun, İmam Zeynel Abidin’in oğlu ve İmam Bâkır’ın kardeşi Zeyd bin Ali’nin Küfe’deki isyanı ve sonra oğlu Yahya ile bir dizi ayaklanma meydana geldi. Zeyd’in oğlu Yahya tarafından başlatılan Zeydilikten sonrada İsmailiye ile bizzat Ehl-i Beyt’in kurduğu değişik Alevi yorumları o güne kadar var olan diğer Alevi meşreplerine eklendi ve Alevilik geniş bir siyasi-coğrafi-etnik ve kültürel alanda kendini kabul ettirdi.
Yukarıdaki yaklaşımları yakından incelendiğimizde ilk Ali yandaşlığından, ibn Saba ve Sabaiyye'lerin 651 den itibaren ilk Alevi siyasal/inançsal hareketini kurmalarından, 740 da Muhammed’in torununun torunu Zeyd’in takipcilerine kadar, yanı ilk düşünceden somut girişimlere kadar her olayda sunulan Aleviliği başlatma girişimi doğrudur. Çünkü her olayın bir diğerini tetiklediği, her birikiminden sonra yeni gelişmelerin oluştuğu bir süreçte Kerbela katliamı gibi bazı olaylar ön plana çıksa da aslında hepsi birbirine bağlıdır ve hiçbiri ihmal edilemez. İslam’ın doğuşundan itibaren her tarihsel kesitte meydana gelen olayların Aleviliğin Tarihi’ni başlattığı söylenebilir. Ama unutmayalım ki sünniliğinde aleviliğinde şekil alması, tanımlanması, kademe kademe bir dizi birikimle her iki yolunda dinbilimi, edep-erkân ve tasavvuf tartışmalarıyla bölünüp gelişmesi iki-üç yüzyıla yakın bir zaman aldı.
Unutmayalım ki, İslamın içinde Aleviliğin doğuşu ile Anadolu Aleviliğinin kaynaklarında sadece birini ele almış olduk. Ayrıca belirttiğimiz gibi ancak Orta Asya’da Oğuz Türklerinin kültürel ve inançsal yaşamının (Gök Tanrı inançının) içeriğini ve tarihini, Türklerin Bâtınî İslamın Zeydî, İsmailî kolları ve Melâmetilikle tanışmasının tarihini ve Türk boylarının Anadolu’ya göçünü, Anadolu’yu türkleştirmelerini ve Alevi inançlarının karşılaştıkları yöresel kültürel ve inançsal etkiler ile bilhassa Vefaî, Kalenderî, Yesevî ve Babaî, vb... Alevi tarikatlarının inançsal etkileriyle zamanın akışı içinde değişiminin tarihini de ele alarak Anadolu Aleviliğini anlamayı ve anlatmayı tamamlamız gerekiyor.