AVRUPA ÜLKELERİNDE ALEVİ KURUMLARININ YAPISAL SORUNLARI

12 HİZMET
1 Mayıs 2021
ALEVİLİK NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADI?
1 Mayıs 2021

AVRUPA ÜLKELERİNDE ALEVİ KURUMLARININ YAPISAL SORUNLARI

Hararet nardadır, sac'da değildir,
Keramet baştadır, tac'da değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.
Hacı Bektaş Veli

İçindekiler

Genel yaklaşımla Sorunlar
1- Yapısal Sorunlar
a- Kuruluş Amacı
b- Tüzüksel sorunlar
c- Mali sorunlar
d- Yönetim ve Denetim sorunları
e- Dış İlişkiler
f- Kurumlar ve Siyaset: Bir Alevi, Alevi edebine göre siyaset yapabilir mi?

Sonuç

Genel yaklaşımla Sorunlar
Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla Batı Avrupa ülkelerindeki bütün Alevi kurumlarının yapısal sorunlarının aynı olduğunu söylemek yanlış değildir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

a- Kuruluş Amacı

Niçin Alevi derneği kuruyoruz? Kimliğimiz, amacımız ve önceliklerimiz nedir? Bu amaçlara nasıl ulaşmak isteniyor? Tüzük bunu en açık şekilde belirtmeli. Hatta hedeflerde öncelik bile açıkca yazılmalı. Çünkü hedefine ulaşamayan bir dernekte heyecanlar hemen söner. Tüzük hem gerçekci olmalı hem de beklentileri, hayalleri ve gerçekleştirme yollarını-şartlarını göstermelidir. Bu derneğe üye olacakların bu gerçekci şartları bilmesi ama aynı zamanda hayallerinin de geçekleşeceğini tahmin etmesi ve bu kabulle derneğini yaşatması lâzım.
Alevi dernek kuruluşunda ilk akla gelen amaç üyelerin toplanıp birlikte dinî inaçlarını ve dolayısıyla ibadetlerini yapmak ve kültürel yaşamları gurbette devam ettirmek, neticede inancı ve kültürü genç nesillere nakletmetir. Yani dinsel kimlik etrafında bir birliğin yaratılması ve korunmasıdır. İyi bir tüzük yazıp amaçları belirlemek ve dernek kurmak, Alevilerin bu derneğe üye olmalarını sağlamak önemli ama kafi değildir. Kağıt üzerindeki amaçların kabul edilebilir bir zamanda inandırıcı bir şekilde yapılabildiğini de göstermek gerekir. İnancın, ibadetin, kültürün yaşaması ve yaşatılması da ancak belirli bir devamlılıkla ve bilgi aktarımı/eğitimle olabilir.
Geleneksel temel Alevi eğitimi Cemlerimizle başlar. Bizi tüzüğümüz değil ama belirli bir devamlılıkla cem yürütmemiz, kutsal günlerimizde buluşmamız ve genç kuşakların katılmaları ve ilgi görmeleri toplumsal yaşamda Alevi derneğimizi yaşatır. Derneğimizin amaçının bu olduğunu her zaman hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Ama cemlerimizi ve muhabetlerimizi daha sık yapmamız ve devamlılığı yaratmamız şart. Her perşembe akşamı düzenli cem yapma imkanımız yok ama perşembe akşamları ve hafta sonlarında kısa da olsa muhabbet etmek için fırsatlar yaratmalıyız.
Aleviliğin edep-erkânı ve tasavvuf eğitimi yanında dinsel tarihi oluşumunu ve yaşadığı değişimleri Anadolu Alevi Topluluklarının tarihinin bilimsel eğitiminin sistemli bir eğitim planıyla verilmesini sağlamalıyız. Üyelerimiz arasında kavram ve tanımlama kargaşalığı yaşanmamasına gereken önemi vermiyoruz. Devamlı olarak bilgi kirliliğine karşı cevapları vermemiz lâzım. Tekrar tekrar gereken cevapları değişik ve anlaşılır şekillerde vermeliyiz.
Cemler nadiren (Hızır ve Muharremde)yapıldığından Alevi erkanını ve öğretisini canlı tutup yaşatmak için elimizde videolarla eksiklerimizi tamamlamalıyız. 12 hizmetler öğretimi ve cemin yapısını incelemek için başlattığımız çalışmayı diğer temaları da ele alarak (mesela değişik Semahlar, Tevhidin, Miraçlamanın ve nefeslerin tasavvufî anlamları gibi…) devam ettirmeliyiz. Eğitim ihtiyaçını, yerine göre görsel belgeler kullanarak yüz yüze eğitimle etkili bir şekilde verilebiliriz. Maliyeti çok düşük yollar aramak zorundayız.
Gurbette veya Türkiye’de bulunduğumuz yerde eğitim görevinin devamlılığı sağlayacak, her zaman üyelerin rahatca toplanabileceği bir lokalimiz olmayabilir. Eğitim için bilhassa müzik ve semahları öğrenmek, videolarla eğitim için bir yere ihtiyaç var. Cemlerimizi, muhabbetimizi ve dinsel eğitimimizi yapabileceğimiz büyüklükte bir yerin olması bilhassa üyelerimizin yarısını teşkil eden gençlere toplanma alışkanlığı yaratacağından çok iyi ve faydalı olacak. Bir kira ödeyecek kadar üyesayısı, aidat geliri olmazsa ne yapılabilir? Çözümler ancak yerel imkanlara göre aranabilir ve bulunabilir.

b- Tüzüksel sorunlar

Bir dernek nasıl kurulur? Bir derneğin “kurumsal yapısını” profesyonelce kurma ve bu kuruluşu çalıştırma, iletişim kurma, sosyo-kültürel ve dinsel kafa yapısı yanında ‘militan’ vasıflarına sahip olma gerektiriyor. Bu işi yapmaya iyi niyet yetmiyor. Bu vasıfları kendinde toplayan kurucu yönetici yok denecek kadar az. Elimizdeki insan gücüyle çalışmak mecburiyetindeyiz. Belki bu çalışmada yıkıcı, caydırıcı eleştiriler yapmaktan kaçınarak iyi niyetli ve anlayışlı olup uzlaşma kültürüyle ve rızalık alınarak ‘iş’ çıkarırız.
Tüzükler üç-beş sayfayla ayrıntılara girilmeden ve genellikle çıkabilecek sorunlar düşünülmeden yazılıyor. Bu derneği hangi yöresel hukuksal zemine oturtacağız? Bu hukuksal temellerin gereklilikleri nedir? Tüzüğü hazırlarken, dernek kurulduktan sonra işleyişinde yasalarla uyumlu yönetebilmek için neleri öngörmemiz lâzım? Mesela nasıl ve hangi şartlarda Bağış kampanyası açıp mali kaynak yaratabiliriz? Laik bir ülkede (veya kantonda) dinsel dernek kurmak için dikkat edilecek hususlar nedir? Dernek dinsel temelde mi, kültürel temelde mi kurulacak? İleride yöresel otorideden nasıl destek isteyebiliriz? Tüzük yazılırken ilk adımda bu konuları iyi bilen, olayları çabucak ama sağlıklı analize eden, kararlı ve vakit kaybetmeden harekete geçen yazı yazıp iletişim yapabilecek yönetici adayları az. Genellikle tüzüklerimizde genel kurul şartları İsviçre’de bile alışılmış ve beklenen şekilcilikten ve ciddiyetten çok uzakta ve bir çok boşlukları var. «Aman tüzük uzun olmasın..» deniyor ondan sonra da Genel Kurulda tartışmalar oluyor ve netice de huzursuzluk yerleşiyor, ayrışmalar başlıyor. Her an tüzüğe danışılmıyor; bu sebepten uzunluğu hiç bir zaman sorun olmaz, hem de bir çok sıkıntıyı önler. Mesela Genel Kurulda Divan Başkanlığı seçiminde dernek tüzüğünü ve İsviçre dernekler yasalarını bilmeyen ve/veya üye olmayan birinin aday olamayacağını belirtmek çok ayrıntılı olarak görülse bile seçim günü bir çok gereksiz tartışmayı önler. Genel Kurul, Haysiyet/disiplin kurulu iç yönetmeliği çoğu kez iyi düşünülmeden eksiklerle yazılıyor ve sonra sorunlar çıkıyor. Aynı şekilde seçim şartlarıda yetersiz, ayrıntılar düşünülmeden yazılıyor ve çıkan sorunlara «Ya işte hep böyle yapılır» diye cevap veriliyor. Seçimlerin nasıl yapılacağı ayrıntılı yazılmışsa sonrası için bir dizi baş ağrısı önlenir.
Yönetimin sürekliliğinin ve iç demokrasiyi sağlayan bir örgütsel-kurumsal-tüzüksel yapılanması büyük ölçüde kurucu yöneticilerin bilgi, eğitimin ve kişiliğine bağlı. Bir de bu yapısal-tüzüksel belirsizlikler üzerine kişisel ekomik ve siyasî ihtirasların ve «kariyer» planlarının toplumsal çıkarların önüne geçmesi derneklerimizi etkisiz bırakıyor. Dernek, kişisel amaçlara erişme yolunda bir araç olarak kulanılıyor. Tüzükte bunları önleyici veya hiç olmazsa zemin hazırlıyıcı «tüzüksel boşlukların» olmaması gerekir.

- Kurumların tüzüksel sorunların başında bir de iyi bir tüzük olmasına rağmen tüzüğe saygı olmaması geliyor. Yönetiminde, denetiminde alaturka ve düzensiz idare edilmesi buna ekleniyor: ne defterler doğru dürüst tutuluyor, ne üye kayıtları (mesela üye kaydında çift referans şartı).Denetleme diye bir şeyde doğru dürüst yok.

- Dernekler (toplumsal yapılanma) ile Ocaklar (dinsel yapılanma) arasında işlev belirsizliği ve/veya yöneticiler ile Dedeler arasında sorumluluk belirsizliği var. Dedeler kurulu olsa bile yetki alanları belirsiz. İşbirliği hiç yok.

c- Mali sorunlar

Genellikle aidatlarımız çok düşük ve ödemeleri düzenli değil. Mali imkanlar da kısıtlı. Cemlerde ve Muhabbet toplantılarında bağışlar oluyor ve Hakkullah verilebiliyor, toplantı masrafları karşılanıyor. Fakat devamlı bir toplantı yeri kıralama ve aylık ödeme garantisi imkansız görünüyor.
Projeler yapıp Dış mali kaynak (devletten ve ticari müesseselerden) getirecek girişleri yapacak bilgi ve girişimci yöneticilerimiz de yok. Ancak nokta kişisel girişimlerle ve maddi destekle bir şeyler yapmak mümkün. Sonuçta mali güçsüzlüğümüzü biraz da azaltmak için önce projeler hazırlayıp bu projeler temelinde sponsor bulma veya başka mali kaynaklar yaratmak içinde girişimlerde bulunmak zorundayız.
d- Yönetim ve Denetim

Yönetimin sürekliliğini ve iç demokrasiyi sağlayan bir örgütsel-kurumsal yapılanmaya gidilmesi de büyük ölçüde yöneticilerin bilgi, eğitimin ve kişiliğine bağlı. Alevi kültürünün rızalık alma ve uzlaşma anlayışı ile inançsal eğitimimiz bize bu alanda en büyük yardımcımız olmalıdır.
Vasıflı dernek yöneticileri az olması ve yönetimin devamlı ufak bir grup içinden seçilmesi önemli bir sorun. Bu belirsizlikler üzerine bir de kişisel ekomik ve siyasî ihtirasların ve «kariyer» planlarının toplumsal çıkarların önüne geçmesi derneklerimizi etkisiz bırakıyor. Dernek, kişisel amaçlara erişme yolunda bir araç olarak kulanılıyor.
Dernek içinde derneğe vakit ayırabilecek “insan yokluğu” çok önemli bir sorun. Bazı yöneticilerin de idareyi (iki dönem sonunda?) bırakmama sorunu var. Ama var olan yönetici kadrolarının da kifayetsiz olması çok daha vahim bir sorun. Dernek sürekliliği sağlayan bu kurumsal yapılanmanın düzgün işleyişi büyük ölçüde yöneticilerin tüzüğü iyi bilmelerine ve ciddiyetle ama katı olmadan tatbik etmelerine bağlı. Ayrıca yöneticilerin Alevilik bilgi ve eğitimi yanında bulundukları ülkelerin dillerine hakim olmaları, siyasi, idari ve toplumsal yapılarını kavramaları, ülke otoriteleri, siyasî partileri ve diğer sivil toplum örgütlerine Aleviği tanıtma ve çıkarlarını korumaları gerekli.
İsviçre’de ve bir çok Avrupa ülkesinde okullarda iki hatta üç dil öğrenen ve ülkenin siyasi, idari ve toplumsal yapılarını iyi bilen, siyasî otoriteleri ve partilerinde görev alan 2ci ve 3cü kuşak alevilerin ve bilhassa genç kızlarımızın yönetimde görev alması çok olumlu bir gelişme. Şimdi Alevi bilgisine tamamen hakim olmaları ve türkçe konuşma ve yazmada bazılarının eksikleri gidermeleri gerekir. Burada da «militan» eğitim kifayetsizliği ortaya çıkıyor. Dernek yöneticilerinde dernekte çeşitli faaliyetler hazırlayacak bilgi ve girişkenlik yok; bu yönde de toplumsal faaliyet, «animasyon» eğitimi ihtiyaçları çok açık görülüyor. Dernekler ve yöneticileri olaylara, sağlıklı bilgi toplanmadan ve olaylar iyi analize edilmeden tepki gösteriyorlar. Üstelik bu tepkiler ya iyi düşünülüp iyi hazırlanmamış ve /veya çok geç oluyor. Burada da derneklerimizin strateji oluşturma eksikliği ve eğitim sorunu var.
Yöneticilerimizin her an denetlenmeye hazır olması ve denetimin de ciddiyetle yapılması hatta Alevi edebinin de burada ağır basması şart.
İç ve dış iletişim yok denecek kadar az ve eksik; daha iyi organize olmalı, daha sağlıklı bilgilerle daha çabuk iletişim kurmalı ve daha çabuk ve sürekli bir şekilde tepki göstermeli. Burada da derneklerin “amatörce” iletişimi bırakıp teknoloji ve bilgi sahibi iyi eğitilmiş kişilerce bu iletişimin yapılması gerekli. Bulunduğumuz ülkelerin siyasi, idari ve sivil toplum örgütleriyle ilişkiler yok denecek kadar az ve eksik. Dernek yöneticilerinin ülke diline hakim olmaları ve gerekli siyasi, idari ve sivil toplum örgütleriyle ilişkileri kurabilecek bilgi ve görgü eğitimlerinin olması şart. Bu ihtiyaçların karşılanması için özel olarak yönetici kadrolarını hedef alan nokta ve devamlı eğitimlerde hazırlanmalı.
Diğer eksiklerimiz arasında dernek içinde ‘Eğitim’ gerekliliği etrafında dinsel-toplumsal ‘Birlik’ ihtiyacı yaratamamak. Eğitimin önemini anlama, anlatma, her kuşağı ikna edip eğitimi hazırlama ve gerçekleştirme kolay olmuyor. Bir de diğer derneklerle işbirliği yapmak veya üstçatı kurma ve yaşatma yönetimciler için deveyi iğne deliğinden geçirtmekten daha zor. Bunlar gerçekleştirilmesi her geçen gün daha zorlaşan hedefler oluyor.
Ayrıca üyeler arasındaki ilişkilerde senelerdir gurbette olmamıza rağmen kuşaklar arası düşünme ve çalışma metodu farklılığını (olaylara yaklaşım farkı) görüyoruz; aramızda “aynı dilden konuşamamak” sorunumuz bazen ortaya çıkıyor (ortak payda az). 2.ci, 3cü kuşaklar arasında bu konuyu ciddi olarak ele almamız gerek.
e- Dış İlişkiler

Dış ilişkilerde devasa sorunlarımız var:

- Dışarıya Alevi kimliğini anlatmama/anlatamama;
- İleriye dönük bir strateji geliştirememek ve iletememek;
- Dernekler arası İnanç Birliğini oluşturamamak; «militan» bilgi, tecrübe ve etkinliğinin olmaması;
- Dernek ile yaşadığımız ülke siyasal ve sivil toplum kurumları arasında karşılıklı güven ve sorumluluk ilişkileri kurmakta ve iletişimde geride kalmak ;
- İnançsal Birlik bilinç olmayınca Toplumsal birlikte oluşturamamak;
- Dernekler (toplumsal yapılanma) ile Ocaklar (dinsel yapılanma) arasında işlev belirsizliği ve/veya yöneticiler ile Dedeler arasında sorumluluk belirsizliği; - İlke olarak derneğe ve bilhassa Cem yapılan yere Türkiye’de ve Avrupa ülkelerinde Türk siyasetini ve siyasetcilerini sokmamak;
- Alevi kimliğinin siyaset düşüncesini ve değerlerini oluşturamamak ve Siyasî Partilere demokrasi beklentilerimizi iletememek;
- Siyasi örgütlerle ilişkilerde bütün partilere eşit uzaklıkta olmamak;
f- Alevi kurumlarının Siyasî İdeolojilerden Arınma Sorunu

Türkiye’de kentleşmenin hızlandığı 1950 sonrası dönemde, Aleviliğin din ve geleneğe dayalı olarak tanımlanmasının, çoğunlukla kentte yerini daha kültürel ve politik bir tanıma bıraktığı gözlemlenmektedir. 27 mayıs 1960 ten sonra değiştirilen yeni anayasa 12.ci maddesi: “Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşittir....” ile 19.cu maddesi “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.... (...) Din eğitimi ve öğretimi ancak kişinin kendi isteğine....bağlıdır” ilkelerini getirdi.
Yeni anayasanın getirdiği özgürlüklerle birlikte gelişen Marksist hareketlerin içinden gelenler için Alevilik, «...sınıf savaşını gölgeleme amacıyla egemenler/ burjuvazi tarafından kullanılan, bu nedenle ait olduğu safa, yani sol cenaha yaklaşması gereken ‘kültürel’ bir oluşumdu.”. 1980’lere kadar çoğunlukla kabul görmüş olan “Aleviler solcudur” tezi ise temelde laiklik konusundaki ortak görüşleri sonucu ortaya çıkmıştır. Diğer bir ifadeyle, solculuğun “çağdaş”, “modern olma” ve “şeriata karşı durma” gibi birçok değeri sahiplenmesi, solun Alevilikle ortak bir paydada buluşmasını sağlamıştır. Bu sebeple, alevilerin dinsel tanımlardan arınarak kültürel ve politik düzlemde kendilerini tanımlamaları yeni kimlik anlayışının bir başka boyutunu işaret etti. Kentte Aleviliğin sosyalizmle tanışması hem Alevi hem de sol kimliğinin karşılıklı dönüşümü için etkili olmuştu. Devrimci’lerin gündelik yaşamlarında çoğu feodal kökenli çeşitli davranışları kendi devrimciliklerinin bir parçası olarak görmeleri solcuların birtakım Alevilere özgü sembollere ortak çıkmalarına neden olmuştur. Solcu erkekler arasında yaygın hale gelen “belli tipte bırakılan bıyık”, saz çalınması ve deyişlerin benimsenmesi gibi birtakım özellikler Alevilerden ödünç alınan sembollere örnek gösterilebilir.
Bununla beraber farklı partilere yönelimde birbirini etkileyen farklı dinamiklerin varlığından söz etmek mümkündür. Örneğin CHP akabinde DP’ye bir dönem yoğunlaşan Alevi oyları değişen politik iklim dolayısıyla çoğunlukla da 1960’larla beraber farklı “sol” örgütlenmeler içerisinde kendisi tanımlamaya çalışmıştır. Bu noktada oyların siyasi partilerin programlarına göre değişiklik gösterdiği gözlemlenmektedir. Seçim oy oranlarına bakıldığında TİP’in belli başlı Alevi bölgelerinden birtakım oylar aldığı gözlemlernirken, TBP de kuruluşunun daha ilerki yıllarında din paydasını kırarak kendisini “anti faşist, anti emperyalist bir işçi sınıfı partisi” olarak tanımlamış, bir anlamda kendisini TİP’in dengi olarak görmüş ve bu bağlamda oy toplamayı sürdürmüştür. Yine bu dönemde Alevilerin CHP’ye yeniden yönelişleri farklı nedensellikler üzerinden tartışılarak seçim programları ötesinde bir temellendirme üzerinden anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
a- Aleviliğin siyasallaşması

1960-1980 arası dönemde bir Alevi siyasallaşması vardır, ama siyasallaşan bir kimlik olarak Alevilik değil, bireysel olarak Alevilerdir. Bu zaman diliminde bağımsız bir kültürel kimliğe gönderen siyasallaşan bir Alevi hareketinden değil, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) veya sosyalist hareketler üzerinden sol siyasetlerle ilişkilenerek siyasallaşan Alevilerden söz edebiliriz.
Aleviliğin bir sosyal harekete kaynaklık ederek bir kimlik siyaseti şeklinde örgütlenmesi, siyasetin dilinin, kimliğin bir hak olarak algılanmasını sağlayacak şekilde dönüşmesiyle mümkün olmuştur. Siyasetin kültürel dönüşümü olarak adlandırabileceğimiz bu süreç, siyasal olanın ekonomi-politikten kültüre kaymasını ifade eder. Siyasetin kültürel dönüşümünü tetikleyen temel nedenlerin başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sınıf eksenli siyasetlerin geçerliliğinin tartışmaya açılması yanında, küreselleşme sürecinde ulus-devletlerin meşruiyetinin sorgulanması ve ulus kavramının altındaki diğer aidiyetlerin işlerlik kazanmasıyla birlik içinde farklılık ve çeşitliliğe yapılan vurgu etrafında şekillenen teorik tartışmalar olmuştur. Siyasetin kültürel dönüşümü sürecinin en önemli farkındalık ise etnik, dinsel, dilsel veya cinsel kimliğin siyasal süreçlerde kurucu bir öğe haline gelmesidir.

«1990’larda siyasal İslâm’ın yükselişi veya Kürt sorunu, kimlik meselesinin Türkiye siyasetine nasıl da nüfuz ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Türkiye’de İslâmcılığın bir siyasal ideoloji olarak tarihini II. Meşrutiyet yıllarına götürebilmek mümkündür. Siyasal İslâm’ı temsilen kurulan partiler ise 1970’lerde de vardı. Kürt sorununun tarihi ise Cumhuriyet’in tarihinden daha eskidir. Ancak 1990’larda siyasetin kültürel dönüşümünün yarattığı nitel değişikliği, her iki kimlik ekseninde örgütlenen hareketlerin nicel genişlemeleri üzerinden takip edebilmek mümkündür. 1970’lerde daha çok kırsal bölgelerde güçlü olan orta ölçekli Milli Selamet Partisi’nden (MSP) farklı olarak, 1990’larda Refah Partisi (RP), ülkenin en büyük illerinin yerel yönetimlerini elinde tutan ve genel seçimlerde en yüksek oyu alan kitlesel bir siyasi partidir. Kürt hareketi de hem silahlı gücünü yükselten hem de sahip olduğu belediyelerle bir temsil gücüne sahip olan çok boyutlu bir harekettir.
Aleviliğin 1990’larda, daha önceki dönemlerden farklı olarak, bağımsız bir sosyal harekete kaynaklık etmeye başlaması, yani Alevi kimlik siyasetinin ortaya çıkışı da siyasetin kültürel dönüşümünün doğrudan sonucudur. Alevilik literatürü, genellikle, siyasal İslâm’ın yükselişini ve Kürt sorununu, Alevi hareketinin ortaya çıkışını sağlayan sosyo-politik dinamiklerden ikisi olarak değerlendirir.» (Mehmet Ertan- Aleviliğin Politikleşme Süreci- İletişim yay. 2017)
Alevilerin kitlesel olarak CHP içinde siyaset yapmaya başladıkları dönemse 1980 sonrası dönemdir. Bunun birkaç sebebi olduğu söylenebilir. Öncelikle, 1970’lerde üniversite öğrencisi olan Türkiye Birlik Partili sosyalist Alevi gençleri, 1980 sonrası süreçte hem meslek sahibi olmuşlar hem de bunun sonucu olarak Alevi camiasında prestij sahibi olmuşlardır. 1980 Darbesi’nin tüm sol ve sosyalist yapıları yasakladığı ortamda, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren CHP’nin hem ardılı hem de sonrasında öncülü olacak olan SODEP/SHP tüm solcu ve sosyalistlerin örgütlenme çatısı haline gelmişti. Bu da işte bu yeni-prestij sahibi isimlerin CHP geleneğinde siyaset yapmasıyla sonuçlanmıştır. Bir diğer nedense 1980 sonrasında yükselmeye başlayan, 1990’larda zirveye varan siyasal İslamcılığın Aleviler tarafından büyük bir tehdit olarak algılanması ve laik rejimin en önemli temsilcisi olarak ülkenin kurucu partisi olan CHP’yi görmeleridir. İşte bu durum, devlet, CHP ve Aleviler arasında bir ittifak yaratmıştır. Bu süreçte, Hacı Bektaş’ı anma günlerinde devlet ve hükümet sorumluları, Aleviliğin esas Anadolu Müslümanlığı oluğunu savunurken, Sünniliğin Emevi icadı olduğunu ve Arap-Fars kültürünün parçası olduğunu söylemekten de geri kalmamışlardır. Bu dönemde, nasıl ki CHP Aleviler için laik rejimin güvencesiyse; CHP için de Aleviler laiklikle arasında ‘varoluş niteliklerinden doğan’ (ontolojik) bir bağ oluşturan yegane kitle olduğu için en vazgeçilmez toplumsal grup haline gelmiştir. Hem 90’ların sonunda hem de 2000’lerin başında (AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber), Hacı Bektaş’ı anma törenleri, adeta CHP mitinglerine dönüşmüştür. Bu durum, CHP ve Aleviler arasındaki ilişkiyi göstermek açısından son derece önemlidir.

2010’da Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla beraber, hem CHP Alevi bir genel başkana sahip olmuş hem de Alevilerin parti içindeki görünürlüğü artmıştır. Bu durum, yer yer parti içi tartışmalara neden olmakla birlikte, aslında partinin en geniş kitlesel tabanını temsil eden bu toplumsal grubun parti içindeki görünürlüğü son derece normal karşılanmalıdır. Tabii son senelerde bazı gelişmeler bir dizi ‘Acaba?’ diye soruları uyandırıyor. Mesela 2014 te Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi, sağa açılımlar ve sosyal demokrasiden uzaklaşmalar gibi sorular hâlâ kafalarımızda.

Alevi toplumu olarak dinsel-kültürel kimliğimize vurgu yaparak bir siyasallaşma yerine kendimizi Alevi olmayanlarla eşit vatandaşlık hakları gibi evrensel değerler üzerinden siyasallaşmaya gittik. Yurttaşlık ve laiklik de Alevi siyasallaşmasının kilit kavramları haline geldi. Aleviler ile CHP arasındaki yakınlaşmayı siyasi ve sosyolojik bir noktada kurmak gerekir. Alevilerin CHP’ye gösterdiği desteğin bir boyutunda erken Cumhuriyet döneminde eğitim ve hukuk alanında gerçekleştirilen reformlar yatar. Laiklik ekseninde gerçekleşen bu reformlar, Alevilerin sosyo-politik hayata eşit düzlemde katılmasına engel olan yasal düzenlemeleri ortadan kaldırır ve Alevilere hem kağıt üzerinde bir eşitlik sağlıyor hem de dinsel ayrımcılığa karşı daha güvenli bir sosyal hayat sunuyordu. AİHM de kazanılan davalar sonrası geçikmeler ve dirençler olsada şu veya bu şekilde, er veya geç bu hedefler gerçekleşecektir. Aleviler ile CHP arasındaki yakınlaşmanın bir diğer boyutu ise çok partili siyasal hayat boyunca dinin, sağ partiler tarafından, kitle mobilizasyonunu sağlamak için popüler bir siyasi araç olarak kullanılmasıdır. Dini sembollerin kamusal alanda giderek görünürlük kazandığı bir sosyo-politik ortamda Alevilerin kendilerini siyaseten ve siyasi-inançsal baskıdan koruma çabalarında, Alevileri CHP’ye bir adım daha yaklaştıran laikliktir. Ama acaba CHP bizim kadar kararlı bir tutumla laikliği müdafaa edebiliyor mu ve edebilecek mi?
Bugün derneklere bağlı cemevlerinde ibadetlerimiz yürütülmekte, bünyelerinde açılan bağlama veya semah kurslarında Alevi gelenekleri öğretilmekte ya da derneklerin çıkardıkları dergilerde Aleviliğe ilişkin tarihsel veya sosyolojik tartışmalar yürütülmektedir. Derneklerin siyasi rolü ise Alevilerin temel taleplerini siyasal partilere ve devlet mekanizmalarına taşımaktır. Alevi hareketinin temel talepleri olarak nitelendirilebilecek olan Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması veya Anayasa’ya uyumlu radikal değişimlere gidilmesi, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması veya tamamen değişmesi ve cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi talepleri, CEM Vakfının yasal girişimleri ve bazı Alevi derneklerinin manevi desteği ile AİHM de kazanıldı. Şimdi yasa değişiklikleriyle hayata geçirilmesi bekleniyor.
Bütün bunlar bize Alevilerin kendi siyasetlerini oluşturarak kimliklerini ve haklarını müdafaa edebileceklerini, bundan sonra bizim partilere ihtiyacımız olmadan da bazı şeyleri elde edeceğimizi gösterdi. Yasal haklarımızın uygulanmasının da ancak biz toplum olarak israrcı olduğumuzda hayata istediğimiz şekilde geçmesinin mümkün olacağını görüyoruz. Bizim bütün partilere eşit mesafede olmamız ve hepsine haklarımızı ve taleplerimizi bildirmemiz bizim bundan sonraki siyasetimiz olmalı. Geleceğimizi ancak biz ele alıp yönlendirebiliriz.

b- Batı Avrupa ülkelerinde Alevi yapılanmasında siyasi akımların yer alması

Batı Avrupa ülkelerinde siyaset iki şekilde kurumlarımızın içine girdi. Birincisi daha önce yukarıda Almanya’da Alevi yapılanmasının kuruluşunda yazdığım gibi 80li yılların sonunda bir çok ülkede PKK lı militanlara ve Kürt milliyecilerine terorist gözüyle bakılması ve neticede PKK’nın terör örgütü olarak kabul edilimesi Alevi yapılanmasını çok etkiledi. Çoğunluğu Türkiye’de 70li yılların Sol ve Aşırı Sol örgüt militanı veya 80li yılların PKK-Kürt Milliyetcileri arasında Alevi anne-babadan doğmuş, siyasi militanlık ideolojileriyle beslenmiş, Alevi inançıyla ve dinle ilişkilerini kesmiş kişiler, genellikle yasaklanan kurumlardan ayrılıp, hazır kurulu alevi derneklerine «Biz de Aleviyiz» diyerek girdiler. Yeteri kadar dernek yönetimiyle uğraşamayan yöneticilerde «Zamanla bu gençlere Aleviliği öğretiriz» diye gelenlere yönetimi verdiler. Örgüt yönetimlerinde tecrübesi olan bu gençler de adım adım Federasyon yönetime hakim oldular. İlk işleri hakimiyetlerini devamlı kılacak tüzük değişiklikleri yaparak yönetimlerinin devamlılığını sağladılar. Sonra da dernek delegeleri üzerinde hakimiyet kurup derneklerin ayrılmasını zorlaştırıcı hale getirdiler. Nejat Birdoğan gibi akıl hocalarını davet ederek «İslam dışı Alevilik» yorumunu yaymaya devam ettiler. Artık Federasyon dışında kalan dernekler de içgüven kazanıp seslerini yükseltmeye başladılar. Aralarında iletişim önem kazandı ve bir üstçatı altında birleşmekten uzak dursalar bile arada sırada birlikte hareket ettiler. Bu ortamda Federasyon yöneticileri hatalı bir adımlar atmaya başladılar. Sadece son iki yıllık dönemden bir iki olay: Eylül 2018de “Devrimci Alevi Birliği” imzasını taşıyan ve etrafında kendileriyle beraber Almanya ABF ve Fransa FUAF gibi 21 kurumun amblemi bulunan bir bildiri sosyal medyalarda dolaşıyor ve “Alevi Kurumları, ortak bir açıklama yapıp bu yıldan itibaren artık Şii-İslami Muharrem Yas Ayı, 12 imam, Kerbelâ Oruçu vs.. tamamen kalkmalıdır” diye çağrı yapıyorlar. 4 Temmuz 2017 tarihinde Hacı Bektaş Veli’de toplanan bazı kişi ve kuruluş başkanları aynı teklifle bir bildiri yayınlamıştı. Niçin Alevi yapılanması başladığından beri Aleviliğin içini boşaltmak ve yok etmek isteyen girişimler oluyor? Herkesin Alevi olmasını talep eden yok. Buna rağmen kim, neden İslamın bir yorumu olan Alevilikten ve Alevilerden korkuyor? Neden İnançsal Özgürlüğü” kabul bu kadar zor?

Bugün çeşitli eleştirilerle çözülmeye doğru gittiklerinden yeni bir strateji oluşturdular. Artık cepheden açıkca saldırı yok. Dolaylı bir yaklaşım var. Sözüm ona «İslam dışı Alevilik» ve «Ali’siz Alevilik» ile geleneksel Aleviliğin değişik süreçler olduğunu ve «Yol bir süreç binbir» ilkesiyle birlikte var olabileceklerini iddia ediyorlar. Bu yönde yeni bir «İnanç kurulu» kurup bu yaklaşımı bütün dernekleri bağlayıcı bir iç tüzük yaptılar. Böylece «Biz ne O’yuz, ne Buyuz, Biz Aleviyiz» söylemiyle eski sloganı yenilediler. Tabii «İslam dışı Alevilik» ve «Ali’siz Alevilik» le yüzyıllarca Aleviliğin Orta Asya’dan Horasan’a Orta Doğu’ya, Hazer denizinden Yemen’e kadar Sünni İslamın siyasi-dinsel baskısına dirençini, Anadolu Aleviliğini ve Tarihini, Babaî İsyanından Osmanlının çöküşüne kadar olan mücadelemizi, İsyanlar ve Katliamları unutabilirler veya yok sayabilirler ama biz bunları kendilerine bıkmadan hatırlatacağız. «Biz Aleviyiz ama ne öyle ne de böyle Alevi değiliz». Yolumuz Hak- Muhammet-Ali yolu ve bu Yolda binbir süreç var ama ne bu Yol sizin Yol’unuz ne de süreçiniz bizim Yol’un bir süreçi.

Benzer girişimler de İsviçre ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde tekrar edildi.

c- Bir Alevi, Alevi edebine göre siyaset yapabilir mi?

Siyasal etik, yönetimde yozlaşma söz konusu olduğunda konuşulmaya başlanır. Yozlaşmanın başlıca nedenleri ise yönetilenlerin değil, yönetenlerin bağrından fışkırır gelir. Jean Jacques Rousseau yüzyıllar önce bunun için iki somut nedensel durum göstermiş. Ona göre bir yönetim iki nedenle yozlaşır. Birincisi, yönetim daraldığı zaman. Yani yönetim çevresi büyük sayıdan küçük sayıya indiği (örneğin demokrasiden aristokrasiye krallığa.. dönüştüğü) zaman. İkincisi, hükümdar gücü gasp ettiği zaman. Devletin -kurumların- yasalara ve kurallara göre yönetilmediği durumlarda. Çağdaş yönetim bilimi, siyasal yozlaşmanın niteliklerini buna benzer biçimde özetliyor. Eğer bir siyasal kurumda:
- Hukuksal ve örgütsel kuralların ve mekanizmaların yerini ikili ilişkiler almışsa,
- Karar vericiler yetkilerini kurallar temelinde kullanmıyorsa,
...karşı karşıya olduğumuz sorun siyasal yozlaşmadır.
Etik ilkeler kanunlarla belirlenemez; kanunlarla korunup yaşatılamaz. Eğer etik ilkelerin kanun koyucunun belirleyip koruduğu noktaya gelmişsek toplum kural koyma ve yaptırım gücünü yitirmiş, ahlaksızlık egemen olmuş demektir. Çünkü etik, toplum tarafından belirlenmiş ve toplumun denetlediği değerler kıstasıdır.
Dinler, tarih boyunca hep ahlaka sahip çıkmışlardır. Etik kurallarını Tanrı emri olarak sunup, günlük yerel yaşamın etik değerlerine ilahi bir boyut eklemişlerdir. Ancak günümüzde, iki yüzyıllık eleştirel akıl felsefesinin etkisiyle, etik kuralların insan aklının bizzat kendisi olduğu, kendi öz varlığımızdan geldiğini, aklın doğasına uygun hareket etmekle, kendimizden beklenen eylemleri yerine getirmiş olduğumuz kabul edilmiştir. Hatta, dinin, modern toplumlarda ayakta durabilmesi için insan temelli etiğe ihtiyacı vardır. Etik bilinç ve kurallar, insanın kendi özvarlığına döndürülünce, her insanın etik kurallar bilinci ve erdemleri kazanma potansiyeli eşit bir seviyeye gelir.

Etik eylem ancak bireyin özgürce, içinden gelen ödev bilinciyle mümkün olduğundan, bir insan, başka bir insanın bir etik tavrını, yalnız görünen yönlerinin aynısını icra etmekle, etik bir davranış sergilemiş olmaz. Bir bireyin başka bir bireyin etik değer taşıyan tavrından yararlanma yolu, kendisinde, etik kurala yönelmeyi sağlamasıdır. Yani o davranışı yapan kişi, hangi etik kuralı uygulamışsa, bu ikinci şahısta, zaten varolan bu kuralın, harekete geçmesine yardımcı olmalıdır. Ahlak kurallarının ve erdemlerinin asıl sahibi insanoğlunun ‘kendini bilme’sidir. Bu bilinçle, öz malımız olan, ahlakın temel kurallarının yerini farkedip, duyarlılığımızı sistemli bir şekilde artırarak, etik kişiliğimizi devam ettirebiliriz.

Bu siyası etik yaklaşımı tamamen bir canın ham evrahlıktan çıkıp Kamil İnsan olmasını sağlayan edep-ahlak yaklaşımının temellerindendir.. Hatırlatmak gerekirse “Eline, diline, beline hakim ol” Alevi-Bektaşi edep-ahlakının temelidir. İnsanın eli her türlü iyiliğin ve yine kötülüğün uygulayıcısıdır. İnsan eline sahip olmadı mı katil, hırsız olur. İnsan eline sahip oldu mu üretir. Üreten ve yaratan, çaba sarf eden, emek harcayan insanda güzel insandır. Güzel insanda kendisinden başlayarak topluma hizmet edendir. Toplumsal huzuru, barışı sağlayandır. Kul hakkı yemez. Dil ise insanlar arasında iletişimi sağlayan organdır. Bir insan dilini iyilik için de kullanabilir kötülük için de. İnsan dilini yalandan, riyadan, sahtelikten korumalı ve yalana, sahteliğe alet etmemeli, yani diline sahip olmalı. Duyduğu olumsuzlukları düzeltmeli, yalandan kaçmalı, kilit vurmalı. Dilini iyi, güzel insanı ve dolayısıyla toplumu huzura kavuşturacak şekilde kullanmalı. İnsan kendi hayvani cinsel güdülerine hâkim olmadığı zaman türlü sapıklığı yapar. Sapıklık, toplumsal çürümeye, ahlâksızlığa götürür. İnsan, cinselliğine olumlu ve dengeli bir anlamda yaklaşırsa bireysel, ailevî ve toplumsal huzur olur. Eğer insanlık bu ilkeleri asgari bir şekilde uygulasa her türlü yozluğun ve yobazlığın sonu gelir.

İkrar vermiş bir alevi olarak bizim bu edep-ahlak ilkelerine uymamız ikrarımızın temelidir. Bu edebe uymayıp hamlık yapar, canların ve toplumun huzurunu bozan hareketler yaparsak Ceme girmeden veya Görgü Ceminde bu sorunu halletmemiz gerekir. Cem de insan sadece Allah'a ibadet etmekle kalmayıp topluma da hesap vermekle yükümlüdür. Bu anlamda da Alevi inancı sünni islamdan önemli farklılıklar taşıyor. Düşkünlükte bu sistemin önemli ayaklarından birisidir. Öyle ya da böyle bir kişi suç işlemişse bu kişi (Dede başta olmak üzere) sorgulanır, yargılanır. Cem de gerçeklesen bu yargılamaya Cem de bulunan herkes, görüşleri ile katılırlar ve böylece ortak bir karara varılır. Suçun ağırlığına göre bir ceza verilir. Düşkünlük, verilen cezalarin en büyüklerinden birisidir. Düşkün olan kimse toplumdan dışlanır. Düşkünlüğü ve dışlanma süresini halk ortak bir karar ile aldığında Alevi toplumunda suç oranı minimum düzeyde kalmıştır. Toplumdan tecrit edilip dışlanmak çok büyük bir ceza olduğundan, o kişiyi başka toplumlarda içine almazlar. Böylece bir çok suç, daha işlenmeden önüne geçilmiş olur. Düşkünlük kavramı günümüzde daha çok çıkarcı ve ahlaksız kimseler için kullanılan genel bir kavram şeklini aldı. Ancak düşkünlüğün çıkış noktası ve asıl anlamı toplumda herkesin rızası alınarak “huzur ve uzlaşma” felsefesinin hakim olduğu bir toplulukta yaşamaktır.

Bugün maalesef, Türkiye’de ve Batı Avrupa ülkelerinde derneklerimizde siyaset ortamının siyasi yozlaştığını söyleyebiliriz.

Alevi kurumlarına siyaset girmemeli; Aleviler kendi siyasetlerini oluşturmalı ve bir partide siyaset yapmak isteyende Alevi edebini siyasete taşıyarak yapmalı.

İkrarlı bir Alevi olup şartlar ne olursa olsun Alevi edebiyle yaşayalım.

AVRUPA ÜLKELERİNDE

        ALEVİ KURUMLARININ YAPISAL SORUNLARI