İSLAMIN DOĞUŞU

GADÎR-i HUM
1 Mayıs 2021
İSLAMDA DİN BİLİMİ TARTIŞMALARI VE AYRIŞMALAR
2 Mayıs 2021

İSLAMIN DOĞUŞU

A- İslam öncesi Arap yarımadası ve Mekke

1-İslam öncesi Arap yarımadası, Mekke ve Dinler

a- İslam öncesi Arap yarımadası

Arap Yarımadası oldukça kurak ve volkanik olduğu için vaha ve su kaynaklarının olduğu yerler haricinde tarım yapılması zordu. Genel görünümü çöl içerisinde nokta şeklinde köyler ve şehirler şeklindeydi. Mekke ve Medine'de bu şehirlerin göze çarpanlarındandı. Medine gelişmekte olan büyük bir tarım yerleşimiydi. Mekke ise bir çok aşiretle çevrilmiş önemli bir finans merkeziydi. Çöl koşullarında hayatta kalmak için müşterek bir hayat sürülmeliydi. Çünkü insanlar kırıcı çevre koşullarına ve yaşam tarzına karşı desteğe ihtiyaç duyuyordu. Aşiret gruplanmaları da bu birlik olma ihtiyacı ile teşvik edildi. Bu birlikler aynı kandan gelen akrabalar esas alınarak oluştu.

Arap Yarımadası politik olarak iki kabile anlaşması arasında bölünmüştü. Kays kabilesi asıl itibarıyle Kuzey ve Batı Arabistan'da da güçlüydü. Ve Byzantion ile yakın ilişkileri vardı. Banu Kalb kabilesiyse aslen Yemen'den gelmekteydi. Ve Sasani Perslerine yakındı. Bu çekişmeler İslam döneminde baskı altına alındı. Ama İslam sonları zamanlarda etkili faaliyetlerine Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da devam ettiler.

b- Mekke

Milattan önce beşinci asırda kurulan Mekke, Arap yarımadasının en önemli dinî ve ticarî merkezidir. Uzun zaman Amalika, Cürhüm ve Huzaa gibi güney Arabistan kabileleri tarafından idare edildikten sonra, Hz. Peygamber’in dördüncü dedesi Kusay b. Kilab şehrin yeni idarecisi olmuştur. Kusay, kabilesi Kureyş’i Mekke’nin çeşitli bölgelerine yerleştirmiş, daha sonra şehrin ilk parlamentosu olan Dârunnedve’yi kurmuş ve Mekke yönetimiyle ilgili görevleri Kureyş boyları arasında paylaştırmıştır. Onun ölümünden sonra, iki oğlu (Abdümenâf-Abduddâr) arasında Mekke ve Kabe idaresi konusundaki iktidar mücadelesi, kabileyi ikiye bölmüştür. Bölünme Hilfü’l-fudûl cemiyetinin kurulmasından sonra daha da derinleşmiştir. İslâm öncesi dönemde meydana bu bölünmeler, Kureyş kabilesi içindeki boyların İslâmiyet karşısında tavırlarının şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamıştır.

c- Dini ortam

İslam öncesi Arabistan'da, Tanrı ve Tanrıçalar kabileler tarafından koruyucu olarak görülürdü. Onların ruhları kutsal ağaçlar, taşlar, su kaynakları ve kuyularla ilişkilendirilirdi. O zamanlar da senelik hac yeri olan Mekke'deki Kâbe mabedi, aşiretlerin koruyucu tanrılarının 160 tane put heykeline ev sahipliği yapıyordu. El-Manât, El-Lât ve El-Uzzâ ismindeki üç baş tanrıçanın tanrının kızları olduğuna inanılıyordu. Arabistan'da tektanrılı topluluklar İslam öncesi dönemde de vardı. Hıristiyanlar, Yahudiler[52] ve Hanifler bunlar içerisindeydi. Müslüman inançlarına göre, Muhammed de bir Hanifti. İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundan gelmekteydi.[53]

2- Hz. Muhammed ve İslamın Doğuşu

a-Bilgi kaynakları

Kur'an Muhammed ile ilgili, kendi dönemindeki yazılı olmakla beraber, Muhammed'in hayatıyla ilgili çok az bilgi içerir. Bazı ayetleri açıklayan hadisler ve rivayetlerle bu kaynak zenginleştirilir. Mehmet Özdemir siyere kaynaklık eden kıssa, hadis, haber gibi materyalin niteliklerini ele almış, bu materyalleri kullanan siyercilerin yüceltmeci ve olağanüstücü eğilimlerle gerçek ve kurguyu birlikte verdiklerini, mucize ve irhasat denilen anlatımların her nesilde artış göstererek devam ettiğini ifade etmiştir.

1- Hadis

Hadisler; Bir rivayet zinciri ile Muhammed'e isnad edilen ve kendisinin değişik olaylar ve sorunlar karşısında veya Kur'an'ın âyetlerini açıklamak için söylediğine inanılan söz, fiil ve takrirler bütünüdür.

Başlangıçta birkaç yüzyıl boyunca sözlü rivayetler şeklinde anlatılan hadisler, daha sonra yazıya geçirilen İslâm'ın "sözel geleneğini" oluşturmuşlardır. Goldziher'in anlayışına göre hadisler ilk dönem Müslümanlarının değişik konularda hadis formunda söyledikleri sözlerden ibarettir ve bu sözlerin Muhammed ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

2- Siyer

Başlangıçta hadis külliyatları içerisinde siyer başlığı altında yer alan anlatılar derlenerek, Muhammed'in biyografisini anlatan ilk eserler oluşturulmaya başlanmıştır. Siyer ismi verilen ve bazıları peygamberlik kanıtı olarak da ileri sürülen bu anlatılar içerisinde tarihi olan ile efsane olan arasında ayrım yapma önemli bir problem olarak araştırmacıların önünde durmaktadır. Siyerle ilgili çelişkili bilgiler, eş ve çocuklarının sayısı ve bunların kimler olduğu gibi alanlarda da kendisini gösterir.

3- Hilye

İslam adetleri Muhammed'in resminin çizilmesini hoş görmediği için onu sözle tasvir etme yöntemi tercih edilmiştir. İçerik hadis ve siyer kaynaklarından alınan anlatılardan oluşur. Osmanlı hattatları bu anlatımları hilye adı verilen bir sanat hâline getirmişlerdir.[129] Hilyelerde genellikle tercih edilen rivayette Ali bin Ebu Talib Muhammedi şu şekilde vasfetmiştir: "Hazreti Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa ne düz uzun saçlı; saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüvvet mührü" vardı. Bu Onun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler Onun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, Onu her şeyden çok severlerdi".
b- Hz.Muhammed’in peygamberliğine kadar yaşantısı

Muhammed bin Abdullah (571Mekke - 8 Haziran 632, Medine) dini, politik, askeri lider. Mekke'den başlayarak Arap Yarımadası'nı, İslam hakimiyetinde tek bir dini yönetim üzerinde birleştirmiştir. Müslümanlar ve Bahailer tarafından Allah'ın peygamberi ve resulü olduğuna inanılır. Müslümanlar, Muhammed'in insanlık için Allah tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu olduğuna inanır. Müslüman olmayanlar ise, Muhammed'i İslam'ın kurucusu olarak sayarlar. Müslümanlar tarafından, Muhammed'in Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin tahrif edilmiş tektanrılı dinlerini onardığına ve tamamladığına inanılır.

1- Çocukluğu

Babası Abdullah bin Abdulmuttalib, annesi Hazrec kabilesinden Nennaceler'den Vehb bin Abdulmenaf'ın kızı Amine 'dir. Muhammed daha doğmadan babası vefat etti. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa "Muhammed" adını verdi. Muhammed o sıralarda Mekke'de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına emanet edildi. Muhammed’i, ondan önce amcası Abduluzza’nın cariyesi Süveybe emzirdi. Muhammed, dört yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle sütannesi Halime'nin yanında kaldı, daha sonra Mekke’ye, annesinin yanına döndü. Dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile birlikte kaldı, O'nun şefkat ve özeni ile yetişip büyüdü. Muhammed altı yaşında iken, annesi Âmine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le birlikte babasının kabrini görmek için Medine’ye gitti. Medine’de, akrabaları Neccâroğullarında bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönüş yolundaki Ebva’ya ulaştıklarında annesi vefat etti ve orada defnedildi. Cariyeleri Ümmü Eymen, Muhammed'i Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti. Altı yaşından sekiz yaşına kadar, O'na dedesi Abdülmuttalib baktı. Abdülmuttalib yaş itibariyle seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Muhammed sekiz yaşında iken, dedesi de öldü. Dedesi ölmeden önce, O'nu yetiştirilmesi için, oğlu Ebû Tâlib'e bıraktı. Ebû Tâlib, Abdülmuttalib'in on oğlundan biriydi.

2- Gençlik yılları

Muhammed peygamberliğinden önce Nur Dağındaki Hira Mağarasına çekilerek Mekke'den uzaklaşırdı. Rivayetlere göre Muhammed dokuz yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye’ye onu da götürmüş, bu gezide Busra kasabasında Bahira isminde Hıristiyan bir rahib onun peygamber olacağını haber vermiştir. Muhammed on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib ile Yemen’e gitti. Bu gezilerin Muhammed'in bilgi, görgü ve zihinsel alt yapısının oluşumunda etkin rol oynadığına inanılmaktadır. Ayrıca gençliğinde amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı’na katıldı. Ticarete olan ilgisi daha sonra kendisi ile evlendiği Hatice ile tanışmasına neden oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı.

Muhammed gençliğinde çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmedi. Kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da açıkça karşı çıkmadı. Kur'an'daki “...oysa önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin” (Şura Suresi: 52) ve “Allah, seni şaşırmış bulup hidayete erdirmedi mi” (Duha Suresi: 7) ifadelerinin kendisinin İslam öncesi durumunu anlattığına inanılmaktadır.

3- Kültürel birikimi ve okur-yazarlığı
Muhammed'le ilgili tartışılan konulardan birisi de okur-yazar olup olmadığı konusudur. Geleneksel görüş Muhammed'in okur-yazar olmadığı şeklindedir. Kelime anlamı itibariyle ümmî : " kitâbî bilgilerle zihni doldurulmamış, doğal hali üzerine kalmış, okuyup yazarak tahsil görmemiş kimse" anlamına gelmektedir. Başka bir görüşe göre ise ümmi, okuma yazma bilmeyen anlamından daha çok "mevcut dinlerden hiçbirine tâbi olmayan, onların kitaplarını okumayı ve yazmayı bilmeyenler anlamında kullanılan" olduğu şeklindedir.

Muhammed'in okuma yazmasının olmadığı görüşü herşeyden önce Kur'an ayetlerine dayanmaktadır. Çünkü Ankebût Suresi:48, A'raf Suresi:158 ve Cuma Suresi:2 gibi ayetlerde Muhammed'in okuma yazma bilmediğinden bahsedilir. Güncel İslâmi kaynaklarda da Muhammed’in ümmî olduğu; insanlara aktardığı bilgilerin akıl, tecrübe ve duyu organlarıyla elde edilebilecek bilgiler olmadığı, onun bu anlamda bir eğitim almadığı, tebliğ ettiği bilgilerin Yaratıcı'ya dayandığı ifade edilerek; kendisinin entelektüel bilgiye sahip bir insan olması durumunda, görüştükleri üzerindeki etkisinin azalabileceği, haliyle kendi bilgilerini aktarmış olacağının iddia edilir. Ayrıca Vahiy meleği Cebrail 'in ilk vahyi getirip "oku" dediğinde, Muhammed’in "Ben okuyan biri değilim." dediğini anlatan hadisler (Buhârî, Bed'u'l-vahy, 3) de Muhammed'in okuma yazma bilmediğine bir başka kaynak olarak gösterilir. Ayrıca Muhammed'in , yetiştiği toplumda tahsil görmesi için bir imkânının bulunmadığı, birlikte yaşadığı toplumun da ümmî olduğu belirtilmektedir.

Buna karşın Muhammed'in okur yazar olmadığını kabul etmeyen bir görüş de vardır. Buna göre vahiy öncesi dönemde Araplarda eski dini birikimin şairler, kıssa anlatıcıları, hanifler ve Yahudi-Hıristiyan din bilginlerinden oluşan ve muhtemelen zengin mitolojik kültür birikiminin geniş toplum kesimlerince bilindiği, Muhammed’in de içinde yaşadığı bu toplumun yazılı veya sözlü anlatımlarından oluşan birikime sahip olduğu, İslam öncesi Arap toplumunda hikâye kültürünün bilinebilirlik durumuna göre düşünülmektedir. Örneğin vahiy öncesi dönemde Muhammed’in eşi Hatice’nin amcasının oğlu olması dolayısıyla görüşme ihtimali olan kişilerden biri olan rahip Varaka, Tevrat, Zebur ve İncil'i de kapsayan Kitabı Mukaddes'e hâkimdir. Varaka'nın dinler tarihi konusundaki birikimlerini Muhammed’e aktardığı ve bu bilgilerin Kur'ân'daki Yahudi, Hıristiyan kültürüyle ilgili dini anlatımlara kaynak teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Ayrıca, uzun yıllar zengin bir kadın olan Hatice’nin ticari faaliyetlerini yürütmesi vb. sebeplerle okur-yazar olduğunu düşünenler de vardır.

4- Evlilikleri Hatice bint Hüveylid:

Muhammed, Mekkeli zengin bir kadın olan Hatice'nin üzerinde iyi bir izlenim bıraktı ve Hatice'nin evlenme teklifini kabul ederek onunla evlendi. Evlendiklerinde Muhammed'in 25, Hatice'nin ise 40 yaşlarında olduğu ifade edilir. Hatice ölünceye kadar başka eş almadı. Muhammed'in Hatice'den, 3 oğlan ve 4 kız olmak üzere 7 çocuğu olmuştur.

Diğer eşleri

Hatice vefat ettikten 2,5 yıl sonra, 53 yaşında iken poligamik evlilikler yapmıştır. Havla bint Hakim'in tavsiyesiyle önce dul ve yaşlı bir kadın olan Sevde bint-i Zem’a ile evlenmiş, kısa bir süre sonra da genç bir kız olan Aişe bint Ebu Bekir ile sözlenmiştir. Aişe ile sözlendikten 3 yıl sonra yani hicretten sonra evlenmiştir. Aişe Muhammed'in önceden evlilik yapmamış tek eşidir.

"Muhammed'in, çoğunluğu 50 yaşın üzerinde olan kadınlarla gerçekleştirdiği evlilikleri ve onlardan yaşları bilinenlerin yaşları yaklaşık olarak şöyledir; Hatice bint Hüveylid 40, Sevde bint-i Zem’a 55 , Aişe binti Ebu Bekir 9 (Aişe'nin yaşı konusunda farklı görüşler de mevcut olup, sözlendiğinde 6, evliliğinde ise 9, 13 veya 18, 15 veya 20 olduğu da ifade edilmektedir) , Hafsa binti Ömer 60 [63] , Zeyneb binti Huzeyme 60 [63], Ümmü Seleme Hind el-Mahzumiye 28, Zeyneb binti Cahş 37, Cüveyriye binti el-Haris 20, Safiyye binti Huyey b.Ahtab 16.5, Ümmü Habibe Remle binti Ebi Süfyan 34, Meymune binti el-Haris el-Hilaliyye 35, Mariye el-Kıbtiyye ?.

Medine'ye hicretten sonra Muhammed savaşlarda ölen Müslümanların dulları olan 3 kadınla (Uhud'da ölen Huneys b.Huzafe'nin dulu Hafsa bint Ömer bin Hattab, Bedir'de ölen Ubeyde b. el-Haris'in dulu Zeyneb bint Huzeyme, Uhud'da ölen Abdullah bin Abdilesed'in dulu Hind el-Mahzumiye -Ümmü Seleme), bazı önemli kabilelerle akrabalık bağı kurmak için 5 kadınla (Mustalik oğullarının reisi el-Haris’in kızı Cüveyriye, Kureyş lideri Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Medine Yahudilerinden Nadir Oğulları kabilesi reisi Huyey b. Ahtab’ın kızı Safiyye, Âmir b. Sa’sa’a kabilesinden Meymune, Mısır Mukavkısı'nın hediyesi Mariye el-Kıpti) ve evlatlığı olan Zeyd'in ayrıldığı hanımı ve halasının kızı olan Zeynep binti Cahş ile evlenmiştir.

Türk İlâhiyatcı Prof Dr Süleyman Ateş, Aîşe'nin yaşı ile ilgili rivayetlerin Ayşe’nin özgeçmişini yazan tarihçilerin verdiği bilgilerle uyuşmadığını ifade etmektedir. Süleyman Ateş konu ile ilgili açıklamasında:" Tarihçilerin ve bibliyografların tesbitine gore Hz. Ayşe, Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma'dan beş yaş küçüktür. Hz. Fatıma Peygamberlikten 5 yıl önce doğmuştur. Demek ki Hz. Ayşe, Peygamberliğin başlangıç yılında doğmuştur. Hz. Muhammed Peygamber olduktan itibaren 13 yıl Mekke'de kaldı. Peygamber hicret ettiği zaman Ayşe 13 yaşında olmalıdır. Peygamber Medine'ye göçtükten iki yıl sonra Ayşe ile evlendiğine göre (el-İsâbe: 4/359) demek ki evlendiği zaman Hz. Ayşe en az 15 yaşında idi. Ayrıca Hz. Ayşe, Peygamber'le nişanlanmadan önce Cübeyr ibn Mut‘im’e nişanlı veya sözlü idi. Bu da onun, Peygamber, kendisini istemeden önce evlenecek yaşta olduğunu göstermez mi? Bu yaş da herhalde dokuz yaş değildir. Demek ki Peygamber istediği zaman Ayşe, en azından evlenecek çağ olan 15 yaşlarında idi. Bu yaş da Arabistan gibi sıcak ülkelerde tam evlenme çağıdır. Bizde de eskiden kız çocukları erken evlendirilirdi. "14'üne gelince kızı ya ere veya yere vermeli" cümlesi bir ata sözü gibi söylenir. Zaten evlenecek çağda olmayan birisini Peygamber’e önermezlerdi. Çünkü Hz. Ayşe'yi direkt olarak Peygamber istememiş, halası onu Peygamber'e önermiş, o da uygun görmüştü. Bir başka rivayete göre Hz. Ayşe Peygamberimizin kızı Fatma ile yaşıttır. Fatma’nın doğumunda babası 35 yaşında idi. Bu durumda Ayşe evlendiğinde 20 yaşlarındadır. " ifadesini kullanmaktadır.

Türk İlahiyatçı Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI, Muhammed'in evlilikleri ile ilgili değerlendirmesinde ; " Tarih boyunca İslam düşmanları, İslam dinini insanlara kötü göstermek ve Müslümanları dinlerinden soğutmak amacıyla planlı bir takım girişimlerde bulunmuşlardır. İşte onlardan biri de İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e yönelttikleri iftiralar ve batıl sözlerdir..." ifadesine ek olarak "..onların bu iddialarının Muhammed’e, olan kin, haset ve düşmanlıklarından kaynaklandığını ve bütün bunları insanları İslam dininden uzaklaştırmak için ortaya attıklarını.." savunmakta ve Muhammed'in fazla evliliğinin "sebep ve hikmetleri" açısından değerlendirildiğinde ".. İslam düşmanlarının iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı.." görüşüne yer vermektedir.

5- Çocukları

Muhammed'in ilk eşi Hatice'den, üç oğlu ve dört kızı olmak üzere toplam yedi çocuğu olmuş; erkek çocukları küçük yaşta vefât etmiştir. Erkek çocukları Kasım, Abdullah ve Tahir, kız çocukları ise sırasıyla; Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma’dır. Muhammed'in Ebu'l Kasım (Kasım'ın babası) olan künyesi, Hatice'den olan ilk oğluna dayanır. En küçük kızı Fatıma, özellikle Alevilerce kutsanır ve ikinci Meryem olarak anılır. Fatıma, Muhammed'in İslâm tarihi açısından en fazla iz bırakan çocuğu ve soyunu devam ettiren tek kızıdır. Muhammed'in kızları arasında Fatıma'dan sonra en fazla bilgi sahibi olunan diğer kızı Zeynep'tir. İslâm geleneğinde Şerif ile Seyyidlerin soyları Fatıma ve Ali yoluyla Muhammed'e dayandırılır.

Yazar Turan Dursun'a göre Muhammed'in ilk eşi Hatice'den olan çocuklarının sayısı konusunda görüş birliği yoktur. T. Dursun, bu sayının 8, 9, 10 veya 11 olduğunu ve bu çocukların Haticenin kızkardeşinden kalma yetimleri olabileceğini de belirtir.

Muhammed'in Hatice'den sonraki evliliklerinden Eşi Mariye’den olan oğlu İbrahim dışında çocuğunu olmamış ve İbrahim iki yaşında vefat etmiştir.
c- Peygamberliği

İslam inancına göre Kur'an Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah'a peygamberliği boyunca (23 yıl) ayetler halinde indirilen İslam dininin kutsal kitabıdır. İslamda inanç, ibadet, şeriat, ahlak, tasavvuf gibi uygulamaların dayandırıldığı ana kitaptır.

Muhammed'in ölümünden yaklaşık iki yüzyıl sonra yazılan, bir rivayet zinciri ile Muhammed'e isnad edilen söz, fiil ve davranışlara Hadis, bunların tatbikine Sünnet denir. Sünnîler ile az sayıda ortak hadise sahip olan Şiilik'te, sadece masum kabul edilen imamların naklettiği sözler hadis kabul edilir. Hadisler, Kuran'dan sonra İslam'da ikincil kaynaktır.

Yaşadığı dönemde, Mekke'nin putperestliğin merkezi olmasına rağmen Muhammed, çocukluğundan ilk vahye kadar, putlara hiç tapmamıştır.

İslam'a göre, Muhammed 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke’nin kuzeyinde, Nur dağı'ndaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir gecesi) hırkasına bürünüp Hira Mağarasında tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Muhammed'in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığı vahiyler Kur'an'ı oluşturur. İlk vahiy şu şekilde anlatılır:

Muhammed, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı fakat taş ve ağaçlardan başka birşey göremiyordu. Bu sırada her tarafı ansızın bir nur kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrail'i gördü.

Cebrail O'na: "Oku" dedi.

Muhammed: "Ben okuma bilmem" diye cevap verdi.

Cebrail, Muhammed'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıktı ve "Oku" emrini tekrarladı.

Muhammed: "Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım" diye cevapladı.

Bunun üzerine Cebrail, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alak Suresi'nin ilk ayetlerini okudu. " Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir. " (Alak Suresi: 1-5). Meleğin arkasından Muhammed de bu ayetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine doğru hızlıca gitmeye başladı. Yolda ilerlerken gökyüzünden bir sesin: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cebrail'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrail'i gördü. Korku içinde evine vardı. Eşi Hatice'ye: "Beni örtün, çabuk beni örtün" dedi. Bir müddet dinlenip heyecanı geçtikten sonra yaşadıklarını eşi Hatice'ye anlattı, " Korkuyorum ey Hatice! Bana bir zararın gelmesinden korkuyorum", dedi. Hatice, O'nu şu sözlerle teselli etti: "Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah, hiç bir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin işlerini yüklenirsin, Fakire yardım edersin. Misafiri ağırlarsın". Hatice daha sonra bu durumu Varaka bin Nevfel'e anlattı ve Muhammed'i Varaka'ya götürdü. Varaka haniflerdendi. Tevrat ve İncil'i okumuş, İbrani dilini ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Muhammed'i dinledikten sonra: "Müjde sana Ey Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen İsa'nın haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Yüce Allah'ın Musa ve İsa'ya göndermiş olduğu Ruhu'l-Kudüs'tür. Keşke genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin" dedi.

Bu konudaki bir başka rivayete göre Varaka’nın, “Korkarım ki ona gelen, Cebrail’den başkasıdır. Çünkü bazı şeytanlar, bir kısım insanı saptırmak için Cebrail sûretine girip ona benzerler. Amaçları akıl sahibi kişileri, deli ve mecnûn etmektir.” diye görüş bildirdiği ve bunun üzerine; “Nûn, kaleme ve yazdıklarına andolsun, Sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin. Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var. Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. Sen de göreceksin, onlar da görecek. Hanginizde imiş o fitne ve cinnet. Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.” ayetlerinin indirildiği kaydedilir.

Bu olayın ardından vahiy 40 gün süreyle kesintiye uğramıştır. Bu dönem " İnkıta-ı Vahy " hadisesi olarak adlandırılır.

1- İslam'a çağrı, ilk Müslümanlar, tepkiler

Muhammed, Mekkeli paganların yanı sıra, Yahudi ve Hıristiyanları da dinlerinin aslının bozulduğu iddiaları ile İslam'a davet etmiştir.

Sünnilere göre Muhammed’in çağrısına ilk uyan, eşi Hatice oldu. Onu amcası Talip’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izledi. Şia'ya göre ise ilk Müslüman amcasının oğlu Ali bin Ebu Talib'dir.

Muhammed’in çağrısı, kendi mevkilerinin tehlikeye girebileceğini düşünen kişileri tedirgin etti. Kâbe’den putların kaldırılması, ticareti engelleyeceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği için büyük tepki ile karşılandı. Bu dönemde İslam dinini kabul edenlerin büyük bir çoğunluğu dinlerini gizlemek zorunda kaldılar. Belli bir süre sonra Muhammed önce akrabalarını, ardından Safâ tepesine çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa Müslüman olmaya çağırdı. İlk müslümanlar ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kaldılar.

Bir bölüm müslüman, kendilerine yapılan işkenceler artınca Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldı. İki dalga hâlinde göç edenler, bir süre sonra Muhammed’in Mekkelilerin Müslüman oldukları ve Muhammedle anlaştıkları (Garanik) yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada iki güçlü ve önemli mevki sahibi kişi olan Ömer ve Hamza’nın müslümanlığı kabul etmeleri müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kâbe’de açıkça namaz kıldılar. Muhammed’in, amcası Ebu Leheb dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının müslüman olmaları, putperest inancına sahip kişilerin tepkilerini daha da artırdı. Muhammed, eşi Hatice ve amcası Ebu Talib’in ölmeleri üzerine Mekkeliler’in müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak Taif’e yerleşmek istedi. Ancak burada tepki daha da büyük oldu ve Muhammed geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi.

2-İsra ve Miraç

Geleneksel İslam anlayışına göre Muhammed Medine’ye gitmeden bir süre önce, İsra ve Mirac mucizesi meydana gelmiştir: Bir gece, Muhammed, Cebrail eşliğinde, Mescid-i Aksa’ya gider. Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla görüştükten sonra göğün en son katı olan Sidretu’l-Münteha’ya yükselir. Allah ile görüşür, Cennet ve Cehennemi görür ve Mekke'de bulunan evine döner. Sünni inancına göre bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılınmıştır. Yine sünni inancında Muhammed bu yolculuğu hem ruh hem beden ile Şii inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.

Bazı günümüz araştırmacıları Kur'an'da anlatılan olayın farklı olduğunu, Mescid'i Aksa'nın Kudüste değil, bir yürüyüş mesafesi olan Cirane mevkiinde bulunduğunu, Muhammed'in zamanında, bugün Mescidi Aksa olarak isimlendirilen Süleyman tapınağının isminin 'Beytül makdis' olarak geçtiğini ifade etmektedirler.

Kur'an'da sadece gece yürüyüşü anlamına gelen ve Mescid-i Aksa'ya kadar sürdüğü belirtilen İsra olayına yer verilir. Diğer anlatımlar ve Mi'raç hadis kitaplarında yer alır. Dini ve inanç yönünden de bazı eleştiriler alan bu anlatımlar bazı mitolojik olağanüstülükleri de içerisinde barındırır.

Muhammed Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlattı. Kureyş'liler, O'nu yalanladılar ve doğruysa Mescid-i Aksa'yı kendilerine tarif etmesini istediler. Mescid-i Aksa'dan tam ve doğru olarak cevap verince sustular. Hatta Kureyşlilere, Mi'raca çıkarken yolda gördüğü Kureyşin bir kervanının ertesi günün belirli bir vaktinde geleceğini haber verdi. Aynen söylediği vakitte kervan gelerek Mi'racının doğru olduğunu tasdik ettirdi. Bir anlatıma göre ise kervanın dönüşü 1 saat gecikmiş, ama bu gecikmeyi telafi etmek için Allah güneşin doğuş saatini 1 saat geciktirerek peygamberin sözünün yalan çıkmamasını sağlamıştır.

3- Hicret, Medine Vesikası ve bozulması

Akabe biatları

Muhammed, bir Hac mevsiminde Akabe’de Yesribliler (Medineliler) ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi müslüman oldu. Medineliler İslam’ı kabul edip memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde yetmiş üç erkek, iki kadın Medineli müslüman, Muhammed Medine’ye gelip bu kente yerleşirse kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma Mekke’de öğrenilince müslümanlara baskı ve zulüm daha da arttı ve Müslümanlar büyüklü küçüklü topluluklar hâlinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada müslümanların giderek çoğalması, Mekkeliler’in çıkarlarına aykırı düştü; bu nedenle Müslümanların Medine’ye göç etmelerine engel olmaya çalıştılar.

a- Hicret

Müslümanlığa karşı olan Mekkelilerin, baskıyla, Muhammed’i vazgeçirememesi ve Medine’de müslümanların giderek kuvvetlenmesi, durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle Dâru'n-Nedve dedikleri meclislerinde toplanarak meseleyi görüşmelerine yol açtı.

Görüşmelerde yerleşik düzeni tehdit eden islamın hızla büyüdüğü ve Muhammed’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşildi. Mekke’nin ileri gelenleri bu kararı alınca, nasıl hareket edecekleri ve hangi yöntemleri uygulayacakları konusunda görüşmeye başladılar. İlk önce şu görüş ortaya atıldı: “Muhammed’i prangaya vurup hapsedelim!” Bu kabul edilmeyince: “Onu memleketimizden sürgün edelim; ne hâli varsa görsün!” denildi. Bu görüş de kabul edilmeyince, İslam'ı sevmeyen ve onu çok tehlikeli bulan Amr bin Hişam: “Benim görüşüme göre, onu öldürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim. Her birine de birer keskin kılıç verelim. Bunların hepsi birden, kararlaştırdığımız yer ve zamanda Muhammed’i pusuya düşürerek öldürsünler; biz de ondan kurtulalım! Böyle olursa, onun kan davası bütün kabilelere düşeceğinden ve ailesi olan Benu Abdi Menaf, herkese savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz!” dedi. Bu görüş kabul edildi.

Gece suikastçiler, Muhammed’in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklediler. İslam inancına göre, Allah, onların oyununu Peygamber’e bildirdi ve Ali, Muhammed'in yerine geçti. Suikastçılar yorganı açıp yatakta Ali´yi görünce çok şaşırdılar ve durumu üslerine anlatmak üzere gittiler. Muhammed, evden çıkarak Ebu Bekir’in evine gitmiş ve hicret için geldiğini söylemiş, rivayete göre Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce, Medine´ye hareket etmişlerdir. Muhammed’in hicret ettiğini öğrenen Mekkeliler, onları bulup getirene yüz deve vaat etmişti. Amr ibni Hişam ve yanındakiler arama için Ebu Bekir’in evine gelince Ebu Bekir’in kızı Esma, onlara nerede oldukları konusunda bir şey söylemedi. Bunun üzerine Amr, Esma’ya şiddetli bir tokat attı.

Mekkeliler, Muhammed hicret edecek olursa, bir kısmı İslam’ı kabul etmiş olan Medine’ye gideceğini biliyorlardı. Muhammed bunu düşünerek, Medine yoluna değil, tam tersi istikametinde, Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına doğru hareket etti. Muhammed, Ebu Bekir ile Sevr mağarasında üç gün bekledi.

Bu sırada Mekkeliler, her tarafta Muhammed’i arıyordu. Becerikli bir iz sürücüsü, Mekkelileri Sevr mağarasına kadar getirmişti. Ancak İslam inancına göre bu sırada bir mucize olmuş, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş ve bir güvercinde yuvasını mağara girişine kurmuştu. Askerler mağaranın yanına gelince, Ebu Bekir endişelenmeye başladı. Muhammed, onu teselli etti : “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” Mekkeliler mağara girişindeki örümcek ağını ve güvercin yuvasını görünce içeride kimse olamayacağını düşünerek geri döndüler.

Muhammed ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba’ya ulaştılar. Muhammed, tekbir ve ilahilerle karşılandı; Kuba’ya varır varmaz Kuba Mescidi’ni inşa ettirdi. Burada Külsüm bin Hedm’e konuk oldu. Muhammed, on gün dinlendikten sonra, yanında bulunan ashabı ile beraber Medine’ye hareket etti. Bu sırada Ali de Kuba’ya vardı.

Muhammed, Medine'de tüm Medinelilerce bekleniyordu. Muhammed Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma Namazı'nı kıldı ve ilk hutbesini verdi. Medine’de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin kendi evlerinde kalması konusunda tartışınca Muhammed; devesinin ilk çökeceği yere evinin yapılması önerisini sundu ve halk bunu kabul etti. Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptılar. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “Suffa” adı verilen bir yer yapıldı, burada kalanlara “Ashab-ı suffa” denildi.

b- Medine Vesikası :

Medine (asıl adı Yesrib olan şehre Müslümanlarca Medinetü'n Nebi, sonra da kısaca Medine adı verildi) halkı, Mekke’den göç edenlerden (Muhacir) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı Ensar adını alan yerli halk (Yemen kökenli Evs ve Hazrec kabileleri ile Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Beni Nadir adlı Yahudi kabilelerden oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile Muhacirleri kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Muhammed, bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Muhammed Muhacirleri yerli halk ile kardeş ilan ederek, onlara yardım etmelerini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzelterek Medine kent devletini kurdu. Farklı kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür Medine Antlaşması'ı benimsendi.

Burada sizden (sizin inancınızdan) olmasalar bile komşularınızla eşit hukuk ve eşit haklar içerisinde komşuluk yapmanız gerektiği vurgulanır. Medine Vesikası/Rıza Şehri Beyannamesi 622 yılında Hicret sonrası Hz. Muhammed ve Hz. Ali tarafından hazırlanmıştır.

(Medine Vesikası metni ve ayrıntılar için bak MEDİNE VESİKASI’na bak)

4- Savaşlar

Medine'ye göç edenlerden kalan mallarının yağmalanmasına karşılık Muhammed, Mekkeye giden kervanlara saldırmak isteyen Müslümanların ısrarlı taleplerine onay verdi. Büyük bir kervana saldırmak isteyen Müslümanlar ile bunu haber alan Mekkeli kuvvetler arasında Bedir kuyularının olduğu bölgede yapılan muharebede (13 Mart 624) 305 kişilik Muhammed komutasındaki Müslümanlar, komutanları Amr İbni Hişamı da öldürerek 950 kişilik Mekke kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bir yıl sonra bu kez Ebu Süfyan komutanlığında 3000 piyade ve 200 süvari ile Medine'doğru yola çıkan Mekke kuvvetleri Uhud dağı eteklerinde yaklaşık 1000 kişilik Medine ordusu ile 19 Mart 625'de karşılaştı. Uhud Muharebesi olarak adlandırılan bu savaş sırasında bozguna uğramış Mekke kuvvetleri, Muhammed'in emrini dinlemeyerek dağın arkasından dolaşan geçidi kontrol etmek üzere konuşlanmış okçuların yerinden ayrılmasından faydalanan süvarilerin desteği ile tekrar toparlandı ve üstünlük sağladı. Taraflar şehirlerine geri döndüler. Daha sonra Mekkeliler Müslümanların Mekke kervanlarına saldırılarına devam ettiler. 31 Mart 627'de 10.000 savaşçısı ve 600 atlısı ile Medine'ye saldırmaya gelen Mekkelilere karşı Medineliler Muhammed komutasındaki 3000 piyade ile şehirde savunma savaşı yapmaya karar verdi. Selman-ı Farisi'nin teklifiyle şehrin bazı stratejik yerlerine hendekler kazılmasından dolayı Hendek savaşı olarak adlandırılan bu savaş bir kuşatmaya dönüştü. Bir ay süren kuşatma havanın soğuması ve fırtına çıkması ile kaldırılması Medinelilerin zaferi olarak kaydedildi. Hudeybiye Antlaşması ve Mekke'nin Fethi

Muhammed ve ashabı, Beytullah ziyareti için Mekke'ye doğru yola çıktı. Mekkelilerin Müslümanları savaş için geldiklerini zannederek korkuya kapıldılar, anlaşma teklif ettiler. Hudeybiye Köyü'nde, 628 yılında 10 yıl savaş yapılmayacağına dair anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı Mekkelilerin himayesindeki bir kabilenin bozması ile Muhammed komutasındaki güçler Mekkeyi kuşattı ve ufak birkaç saldırı dışında direniş olmadan 11 Aralık 629'da Mekke fethedildi. Muhammed Mekke'ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan'a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti. Ardından içerisinde 360 put bulunan Kabe'ye yöneldi. İsra Suresi'nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi ve daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kabe'yi tavaf etti. En önemli ticaret merkezlerinden Mekke'nin fethedilmesinden sonra Muhammed'in insanları çağırdığı İslam dini Arap yarımadasında üstünlük sağlamaya başladı.

5- Son hac hutbesi

632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce) arefe günü 100.000 den fazla Müslüman'a Arafat vadisindeki Rahmet Dağı'nda verdiği son hitabesine veda hutbesi denir. VEDÂ HUTBESİ (Diyanetin sitesinden)

(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür."

"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

- Zina etmeyeceksiniz.

- Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "
(Gadir Hum için aynı addaki bölüme bak)

Veda Haccı'ndan sonra Medine'ye dönen Muhammed kısa bir süre sonra hastalandı. Son anlarında Aişe ve kızları yanındaydı. Rivayete göre Muhammed, ölümü öncesinde hastalığının en şiddetli anlarında kâğıt-kalem getirilmesini istedi. Müslümanların yollarını şaşırmamaları için bir yazı yazdıracağını söyledi. Ancak daha sonra bundan vazgeçti.

Son tavsiyesi "Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız, namaza dikkat ve devam ediniz!" şeklinde oldu. Başı Aişe'nin göğsüne dayalı şekilde kelime-i şehadet getirdi. Ağzından dökülen son cümle "Allahümme er-refikül ala..." (Türkçe "En yüce dosta" olarak çevrilebilir.) şeklindeydi. Bu şekilde 8 Haziran 632 yılı pazartesi günü vefat etti.

Vefat haberini duyan ashab hemen evine geldi. Ömer onun öldüğünü kabullenemiyordu. Ebubekir "Şayet Muhammed'e tapıyor idiyseniz, bilin ki Muhammed öldü. Yok, şayet Allah'a tapıyorsanız, bilin ki Allah bâkidir." diyerek insanları yatıştırdı. Daha sonra şu ayeti okudu:

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse,gerisin geriye(eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran 144)

Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden sonra Hz. Ali taraftarları Gadir Hum hutbesine dayanarak halifeliğin Hz. Ali’ye geçmesini beklediler. Beni Saida çardağında ise Ebu Bekir ve Ömer dine ve Muhammed’in mirasına sırt çevirerek dinsel bir devamlılık sağlayacak halifelik seçimini siyasî güç dengelerinin belirlendiği bir iktidar savaşına dönüştürdüler. Ali taraftarları Ebu Bekir’in sonrada Ömer ve Osman’ın halifeliğini reddettiler. Böylece siyasi muhalefet ve daha sonrada İslam’da inanç ayrışması ve bölünme başladı.

Bu duruma karşı Osman’ın halifeliği sırasında Hz. Ali hislerini şöyle ifade ediyor:

“ Acı bir çok olaya, istemeye istemeye ve iğrenerek sabır gösterdim. Hayret! Allah’ın dinini inkâr etmek için öylesine yalan söyleniyor ki, insanın şaşkınlık ve üzüntüden saçları ağırıyor. İnsanın kulağına çalınan ve gözüne kara vuran şeyleri Peygamber duysaydı, asla rıza göstermezdi.” ( 1044 te Ebu’l Kasım tarafından derlenmiş Ali Divan’nında sayfa 97; no.763-765 (çev. Vedat Atila 1990)

Peygamber Mescid-i Nebi'nin yanında mezarına defnedildi.