İSLAMDA DİN BİLİMİ TARTIŞMALARI VE AYRIŞMALAR

İSLAMIN DOĞUŞU
2 Mayıs 2021
DİNE VE ALEVİLİĞE GENEL YAKLAŞIM
2 Mayıs 2021

İSLAMDA DİN BİLİMİ TARTIŞMALARI VE AYRIŞMALAR

İçindekiler
A- İslam Dinbilimi Tartışmaları
1- Allah’ın tekliği/birliği (Tevhid)
2- Kader ve İnsan İradesi
3- Velâyet
4- Diğer ihtilâflar
B- İslamdaki Ayrışmalar
1- Alevi, Şî'at-u Ali veya kısaca Şia
2- Sünni İslam (Ehl-i Sünnet)
3- Hariciler

A- İslamda Dinbilimi Tartışmaları



Teolojik (dinbilimi) tartışmalardan en önemlisi olan imametten sonra da özel-likle kelâmın sürekli iki sorunu olan sıfatlarının çokluğuna karşılık Allah’ın tekli-ği/birliği (Tevhid) ve insanın özgür iradesine karşılık Allah’ın insanın “Kader”ini önceden belirlemesi konularıdır. (bak. “Eş’ari öncesi Kelâma Şii ve Hâricî katkı; Wilferd Madelung/çev. Prof.Dr. Süleyman Akkuş).
1- Allah’ın tekliği/birliği (Tevhid)

Tevhid denilince akla hemen “lâ ilâhe illâllah” (Allahtan başka ilah yoktuk) kelamı gelir. Tevhid, Allah’ın tek olduğuna ve ondan başka hiç bir yaratanın olmadığına inanmaktır. Başka bir ifadeyle, Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olarak kabul edip başka hiçbir şeyi veya kimseyi ona ortak koşmamak; eşi, benzeri, yardımcısı, ortağı, babası, oğlu olmadığına iman edip ibâdet ile de O’nu birlemektir. “Allahtan başka ilah yoktuk” ile ifade ettiğimiz Allah anlayışının temeli Kur’an’dır:

- O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir (Hadid. 3).
- Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. (Bakara. 115).
- Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler ancak O’na döndürülür. (Hadid. 5).
- Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid. 4).
- Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız. (Kaf. 16). (Diyanet 2011 mealinden)
Fakat bu tek olmanın/birliğin nasıl bir “teklik/birlik” olarak algılanması ve ifade edilmesi, yani ayrıntılarıyla zatı, sıfatları ve fiilleriyle anlaşılması ve bu “birlik” üzerine teolojinin kurulması ve yaşanması tartışma konusu olmuştur. Aleviliğin Allah anlayışı Yaradanın ve Yaratılan’ın ayrılmaz bütünlüğünden (Varlık Birliği/Vahdet-i Vücut) ve parlayan Tanrısal ışığın bütün varlıklarda var olduğu ve yaşamı doldurduğu inançı üzerine kurulmuştur. “Hak” yaradılışın gerçeği, Yaradanın bilgisi, ilmi ve hakkıdır.

2- Kader ve İnsan İradesi

Kader Allah’ın, olmuş ve olacak her şeyi bilmesidir. Yüce Allah’ın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün şeylerin yerini ve zamanını, özelliğini ve niteliğini sonsuz ilmiyle bilip takdir etmesi ve bununla birlikte sınırlaması anlamına gelmektedir.

59. Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın. (En’âm suresi 59. Diyanet 2011 meali)

22. Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.

23. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
(Hadid suresi 22 ve 23. Diyanet 2011 meali)

Var olan her şeyin bir Kaderi vardır. Ama “alın yazısı” olarak nitelendirilen kader de bir bütün içinde değerlendirilmelidir. Yüce Allah, Kur’an’da “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık” (Kamer Suresi, 49) diyerek her şeyi dengeli bir ölçü ve planla yaratmıştır. Allah, tüm insanları kendi özgür iradeleriyle yapacağı seçimlerin nerede, ne zaman gerçekleşeceğini, zamanla sınırlı olmayan kudretli ilmiyle bilir ve buna göre dileyip zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu bağlamda Allah’ın ilmi, kulun seçimine göre olup, Allah’ın sonsuz manadaki ilminin ve bilgisinin, kulun özgür iradesinde ve seçiminde zorlayıcı bir etkisi söz konusu değildir. Özetle insan sınırlı olmak kaydıyla eylemlerinde hürdür ve irade sahibidir. Bu zorunluluk ölçülü bir zorunluluktur. Yüce Rabbin, bizim yapacaklarımızı bilerek yazması, bizi o şeyleri yapmaya zorlamaz.
Buna karşı görüş ise kişinin kendi kaderini yarattığını -insan kendi fiillerinin yaratıcısıdır- iddia eder. Yüce Allah’ın geleceği bilmesi de kişiyi o geleceğe mahkûm kılmaz. Aksi takdirde cinayet işleyen kişi “Allah yazdı ben de cinayet işledim” demek hakkına sahip olurdu. Bu durumda katili cinayete zorlayan Allah olurdu ve kişiye bu konuda hesap sorması zulüm olurdu. Halbuki iyiyi veya kötüyü yaratan Allah, o Allah kötüyü bir imtihan vesilesiyle yarattığını söylemiştir ve kötüden razı olmadığını da ilan etmiştir. İyiyi yaratıp da iyiden razı olduğunu da beyan eden yine yüce Allah’tır. Allah mümkün iradesiyle her şeyi bilir ama özgür iradeli insanları o ortama koyar. Her insan kendi iradesiyle seçim yapma imkanına sahiptir. İrade konusu lslamiyette çok tartışılmış ve ayrışmalara yol açmış bir konudur. "Mu'tezile"ye göre irade ve ihtiyar (seçme) kuldadır. İyilik ve kötülükse akılla bilinir. Bu nedenle kul, kendi aklıyla kendi iradesiyle iyilik ya da kötülük yapar. Tanrı da yaptığı işe göre onu ödüllendirir ya da cezalandırır. "Cebriyye" ise bunun tam karşıtını öne sürer. Onlara göre kulda irade ve ihtiyar yoktur. Bazı mutasavvıflar ise her iki inancı da eleştirmişlerdir: "Kulda mutlak irade ve ihtiyar kabul edilemez; çünkü kul, yaptığını, Tanrı'nın kuvvet kudretiyle yapar ve Tanrı kulun ne yapacağını bilir; kulda irade ve ihtiyar yoktur demekse, Tanrı'ya zulüm isnad etmektir" (Abdulbaki Gölpınarlı:100 Soruda Tasavvuf). Bu nedenle ikisi ortası bir yol tutulmuş, irade-i cüz'iyye, irade-i külliyye ayrımı yapılmıştır.

3- Velayet

Alevilikte dinin temel koşullarından biri velayet inancıdır. Sünni inançla arasındaki önemli bir farktır. Bu inançın ifadesi de:

“Lâ İlâhe İllâllâh, Muhammedün Resulullah, Aliyyün Veliyullah”dir.

Velayetin inkarı Aleviliği inkarı etmektir. Yani Uluhiyyet, nübüvvet, velayet… “Bu üç ilkenin tek bir ilke olarak açıklanması ise; Allah inancı üzerine inşa edilmiş ve ona bağlı olarak yapılandırılmıştır. Elçi, bu öğretiyi Allah’tan almakta ve veli de elçi ile ilişkisinden ötürü elçiden almaktadır.” (Prof. Erkan Yar, Alevi – Bektaşi Teolojisi, 2007 Elazığ, s.2)
Nübüvvet Hz. Muhammed’e, velayet ise Hz. Ali’ye gelmiştir. Nübüvvet ve velayet birbirilerinin tamamlayıcısıdır. Nübüvvet makamı Hz. Peygamber ile sona erdiğine ve başka da peygamber gelmeyeceğine göre iyiliklerin ve güzelliklerin temsilini kim sağlayacaktır? Velayet makamı sağlayacaktır. İbnü’l-Arabî’ye göre velâyet, diğer bütün mertebeleri kuşatıcı bir alandır, bu yüzden kıyamete kadar son bulmaz.

Kur’an buyurur ki; “Gözünüzü açın, Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmez onlar. Dünya hayatında da ahırette de müjde vardır onlara…” (Yunus,62-64). Kişinin varacağı son aşama velayettir. Çünkü Allah bütün insanların içine zati sevgisini koymuştur. Tohum meyvenin içindedir. İnsanın içindeki ilahi tohum da velayettir. Velayet bir erdem noktasıdır. Yalnız Allah rızasını gözeterek insanlığın kurtuluşuna hizmet eder. Onların hizmeti karşılıksızdır, hiç karşılık beklemezler. Velayetin başı Hz. İmam Ali’dir. İnsan Suresi Hz. Ali’nin şanınadır. Okuduğumuzda o yüce karşılıksız hizmeti göreceğiz.

Velilik makamı, Hakikat Kapısı’dır; Hakk’ın derin ilmi, manevi sırr ve hikmetleridir. Hakikat kapısı’nın sahibi ise, Şahı Merdan Ali’dir. Dolayısiyle Allah’ın derin ilmine, manevi sırr ve hikmetlerine ulaşmış yegane Kamil-i Insan, Şahı Merdan Ali’dir.

4- Diğer ihtilâflar

Ebû’l Hasen el- Eş’arî (ö 936) Makâlâtü’l-İslamiyyîn ve İhtilafu’l-Musallîn adlı mezhepler ve farklılıkları üzerine (ter. “İlk Dönem İslam Mezhepleri” Kabalcı yay.) eserinin ikinci kısmında yazdığı gibi ihtilâfları üç genel konuda toplayabiliriz:

a- Cisim, Cevher, Arazi: Zaman ve mekân; İmamet, imamın nass ile tayini; Ali’den sonra imam olması, birden çok imamın olması, insanların imamsız olması, imamın hükümde hata yapması; Takiyye; Günahlar ve Tövbe; Ahiret; İnsanın Mahiyeti, Ruh, Nefs, Hayat, Duygular ; Hareketler, sukün ve fiiller, bir şeyin yaratılmasının o şey olması, cisimlerin görülmesi; İrade ve Murat, iradenin muradı geçiktirmesi, insanın iradeleri için bir iradenin olması; İradenini fiilden önce mi, birlikle beraber olması; insanın kelamının ses olması, sesin işitilmesi ve intikali, seslenen olmadan sesin var olması; Alemin bir mekanda olmadan yaratılması; Cismin Mahiyeti, hareketi, Yerin sabit durması; Cevher ve anlamı, bir cevherde bulunanın bütün cevherlerde bulunması; Rüya; Aynada görülen şey; Cin, Şeytan ve melekler; vb....

b- Allah’ın isimleri ve sıfatlları: Allah’ın mevcut olması; Allah’ın “şey” olarak isimlendirilmesi; Allah’ın kendini “cahil” olarak isimlendirmesi; Evvel ve Ahir; Kâmil; Terk; Allah’ın Kâdir olması; Allah’ın Adil, Hakim, Sadık, Rahim olması; vb....

c- Kelamullah: Kur’an; Allah’ın kelamının işitilmesi; Kur’an’ın mekânlarda bulunması; Kur’an’nın Cisim ve Araz (belirti) olmadığı; Kelamın Bekası (kalıcılığı); Kıraatın (okumanın) Kelam (söz) olduğunu iddia edenler; Kelam olmadan sesin işitilmesi; İnsanın Kelamının harfler olması; Dillerin ve Kolun konuşması; İnsanın işitilmeyen kelamla konuşması; Hükümleri muhalif iki ayetin durumu; vb....

Dinsel açıdan bu yorum farklılaşmalarına, sünni halifeler ve siyasi otoriteler, bilhassa Bâtınî yoruma her zaman karşı gelmiş fakat yok etmeye muvaffak olamamışlardır. 942 de Bağdat'ta Kadıların kadısı ibn Behlül'ün halifenin, Alevi İsmailiyye inançlı (İmam Cafer’in erken ölen oğlu İsmail taratarları) Karmatilerin islamdan ihraç (takfir) isteğine karşı mektuplarını «Allahtan başka ilah yoktur» diye başladıklarından ve sadece Allah’ın insanların samimiyetine karar verebileceği gerekcesiyle onların müslüman olduklarına dair verdiği fetva İslamda inanç (itikat) “çeşitlenmesi”nin kabulu için temel bir yasadır. Yani birinin müslüman olarak kabul edilmesinin en ufak ortak paydasının tanımıdır ve dolayısıyla Sünni Şeriata göre İslamın içindeki değişik yorumların dinsel açıdan tanınmasıdır. Bu fetvaya rağmen İslam tarihinde bütün sünni inanç temelli devletler siyasi nedenlerle islamdan ihraç edemedikleri Alevileri katletmeyi sürdürdüler.

B- İslamda Ayrışmalar

Dinbilimi farkları sünni kesimde olduğu gibi Alevi/Şii kesimde de soyut tartışmaların ötesinde somut bir dizi ayrışımları getirdi. Üstelik bu “meşrep” farklarıyla oluşan akımlar daha sonra Şia’t-ü Ali veya kısaca Şii diyeceğimiz Alevilik, Arap, İran, Irak, Suriye gibi değişik yörelerde, Türk, Kürt... gibi değişik toplumlar tarafından benimsenmiş ve o toplumların kültürünün bir parçası olmuş, örf ve adetleriyle günlük yaşamında kaynaşmış, kendine özgü kavramlarla yorumlanmış, Tarihin akışı içinde de kendine özgü değişimler yaşamış ve o toplulukların kimliğini oluşturmuştur. Sadece irili ufaklı insan toplulukları tarafından kendi kültürleri içine benimsnmemiş aynı zamanda bazı devletlerin resmi dini olmuştur. Mesela Orta Doğu coğrafyasında Alevilik Fatimî, Karmatî, Büveyyid, Memluk gibi Devletlerin dinî inançı oldu.

Ebû’l Hasen el- Eş’arî’nin (ö.936) yukarıda bahsettiğimiz “İlk Dönem İslam Mezhepleri” (Kabalcı yayınları) eserinde yazdığına göre yaşadığı dönemde Müslümanlar on sınıfa ayrılmışlar: Şia, Ashab-ı Hadis, Havâriç (Haricî), Mürcie, Mutezile, Cehmiyye, Dirâriyye, Hüseyiniyye, Bekriyye, Âmme ve Abdullah b. Küllâb el-Kattân taraftaları olan Küllabiyye.
Ebû’l Hasen el- Eş’arî kitabinda Şia’daki üç sınıftan bahseder:
1- Gâliye (Ali’yi Tanrısallaştıran Aşırılıkçılar) :15 “fırka” (grup)
2- İmamiyye: İmamet ancak nass ile tayin ve tevkif (durdurma/ durdurulma) 3- Zeydiyye (İmam Bakır’ın kardeşi Zeyd ibn Ali’nin Ilımlı Şia kolu) 6 fırka
Ayrıca Ehl-i Beyt’ten veya Peygamberin ailesinden Yezid'e isyan edenlerden bir grup olduğunun altını çizer..

Türklerin Alevi olduğunu yazan en eski belge Abu Dulaf’a aittir. Abu Dulaf’ın Orta Asya Türk kabileleri arasında, Çin ve Hindistan'a 941-943 yıllarında yaptığı gezileri anlatan ve bizi ilgilendiren birinci gezi bölümüdür.
Abu Dulaf Misar bin Muhalhil, Samaniler devletinin (Samanoğulları) en güçlü hükümdarı Nasr bin Ahmed'in (914-943), saltanatının son yıllarında Çin'e elçilik göreviyle gönderdiği kişidir. 941-42 yılı içerisinde Çin'e doğru yola çıkmış olan Abu Dulaf, Tibet'e ulaşmadan önce, bir süre Bagraç Türklerinin yaşadığı bölgede kalmıştı. Keçe giyimli, sakalsız, fakat bıçak vurulmamış pos bıyıklarıyla dikkati çeken, çok iyi ata binen ve savaşçı olan bu Türklerin (Bağraçlar), Yahya bin Zeyd'in bir oğlundan gelen Ali soylu biri tarafından yönetildiğine tanık olmuştur. Abu Dulaf onların, içinde İmam Zeynel Abidin oğlu Zeyd için yakılmış ağıtların da yer aldığı batıni anlamda yorumlanmış, Sünni İslama aykırı bir Kur’an sakladıklarını, tanrısallığın Ali'de cisimlendiğine inandıklarını yazmaktadır. Yine onun anlattıklarına göre bu “Alevi” Türkler, Ali'nin indiği ve tekrar geri döndüğü gökyüzüne doğru avuçlarını açıp, bağırarak dua etmekteydiler. (Kitabın aslını 1923 de Prof. Dr. Ahmed Zeki Velidi Togan, Meşhed' de Astane Quds Museum'da (MS 5229) buldu. Prof. Dr. Z.V. Togan, “İbn Fadlans Reisebericht”, Leipzig-1939, XXIV.) Bu konuda Ebu Bekir Muhammed b. Cafer Narşaki’nin 943-948 yılları arasında yazdığı Buhara Tarihi’nde de destekleyici bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca 1069 da, Yusuf Has Hacib'in, Tavraç Buğra Han'a yazıp sunduğu, devlet yönetimine ilişkin Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı yapıtında, “Aleviler birle katılmak ayur (Alevilerin birlikte (bize) katılmasını öğretir)” başlığı altındaki bölüm, Karahanlılar devletinde Alevilerin hatırı sayılır varlığı ve saygınlığı konusu ele alınır. Anadolu topraklarında kurulan Dânişmendliler Beyliği (1080–1178) ise 1071 Malazgirt zaferinden sonra Sivas merkez olmak üzere Çorum, Tokat, Niksar, Amasya, Malatya, Kayseri şehirleri civarında kurulmuş ilk Alevi Beyliğidir. (1096-99 daki I. Haçlı Seferi tarihi hakkında bilgi veren en önemli tarihçilerinden Albertus Aquensis ve 12. yüzyıl tarihçilerinden Sur başpiskoposu Willermus Tyrensis’in Danişmendliler hakkında yazdıklarına göre. Tabii 1245-46 yıllarında yazılan “Danişmendnâme” deki bilgilere göre).

Teorik dinbilimi tartışmasının neticesi olarak bir yorumun ortaya çıkmasıyla bu yorumun bir toplum tarafında hayata geçirilip yaşaması ayrı bir olaydır. Aynı farklılık iki ayrı toplum tarafından bambaşka yaşatılabilir. Bu gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıyız.

Bugün İslamın Alevi,Sünni ve Harici kollarında belli başlı ayrışmalar şunlardır:
1- Alevi, Şia-i Ali (Şî'atu Ali) veya kısaca Şia

Ali yandaşları Hareketi, Gayrı Sünni (heterodoks) İslam. Sünni din adamlarının Şia’yı, Ehl-i Bid’at (Peygamber zamanından sonra dinde meydana çıkan şeylere inananlar) diye adlandırdığı da olur. Osmanlı tarihî kayıtlarında ise Ehl-i Rafz (Râfızî yani Hz.Ebübekir, Ömer ve Osman’ın halifeliğini kabul etmeyenler) diye adı geçer. Şia kelimesi Arapça bir kelime olup, Ş-Y-A kökünden türemiştir. Sözlükte, miktar, aslan yavrusu, bir iş üzere toplanan bir kavim, fırka, yayılmak gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelime Kur’an’da da yardımcı, taraftar, topluluk, grup gibi anlamlarda kullanılmıştır (En’am, 6/65; Hicr, 15/10; Meryem, 19/69; Kasas, 28/4). Kavramın, henüz İslam’da ayrışmaların ifade edilmediği dönemde, Araplar tarafından Şia’t-u Benî Ümeyye, Şia’t-u Ali, vb... tamlamalarında olduğu gibi ‘taraftar’ anlamında kullanıldığı bilinmektedir.
Bu Bâtınî İslam yoruma göre Vahiy Hz. Muhammed’in Hakk’a kavuşmasıyla sona ermedi. Tabii ki Allah, Kuran’da, Muhammed’den sonra peygamber gelmeyeceğini, dolayısıyla vahiy gelmesinin de mümkün olamayacağını açıklamıştır. Ancak gelen vahiylerin tebliği, yorumlanması ve ilahi hükümlerin dünyada yaşama geçirilmesi işlemi henüz tamamlanmadı. Aleviler bu durumda Peygamber’in imamet ve velayetinin devamı zorunludur. Allah’ın hükümleri henüz dünyaya hâkim kılınmadığı sürece bu görevleri icra edecek bir imama ihtiyaç olduğu ortadadır. İmamın varlığında dile gelen, biçimlenen inançlar, yolun özünü meydana getirir.
Bâtınilik temeli üzerinde, vahdet-i vücut/vahdet-i mevcut ve ruh göçü felsefesi bütünleşti. Hoşgörü temeline dayalı, esnek ve yaratıcı bir dervişlik anlayışını da geliştirerek merkezi yönetimle, otoriteyle çelişkisi olan tüm toplum insanlarını kucaklayan bir dünya görüşü yarattı.

Tarihi süreçten sadece bugünü ele alırsak genel anlamda Alevi veya Şî'at-ü Ali veyahut kısaca Şia diye adlandırdığımız inanç , CİA’nın 2005’te verdiği rakkamlara göre dünyada 400 milyon insanın inançı. Hepsinin ortak yanı Ali’ye ve onun Yol’una edep erkânına inanıyor olması. Hepsi Bâtınî İslam yolunda. Farklılıkları aynı ana babanın çocukları arasındaki farklar.

Bugün Şi’at-ü Ali inanç ayrımlarından sayıca önemli olanlarından bazıları şunlar:

a- Şia-i İmamiye : Caferilik veya Oniki imamcılık da denilen, 6cı İmam Cafer-üs Sadık’ın kurduğu, imamlara inanma ve imam sevgisine dayanan Şiiliğin çoğunluk mezhebi. Kuran’ın yaratılmış olduğunu öne sürmesiyle Ehli Sünnetten ayrılır. Bugün İran ve Irakta yaygındır. Hindistan ve Pakistan’da da Caferiye vardır. Kısmende Anadolu’da.

b- İsmailiyye : 6cı İmam Cafer-üs Sadık’ın erken ölen oğlu İsmail’in öğretisi yolunda giderler. Şekilci din ölecek ve Gerçek din (Din-î Hak) onun yerine yeniden doğacak. Başka deyişle Bâtına (gizli olan «Sır»ra) ulaşmak için onu saklayan, görünmesine mani olan Zahir’in (diş görüntünün) bir kabuk gibi kırılması ve yok olması gerekir. Bugün değişik kollarıyla Orta Doğu, Hindistan ve Pakistan’da İsmailiyye tarikatları mensupları vardır.
c- Alamut radikal İsmailiyyesi: İmam’a Peygamberden daha fazla öncelik tanırlar. Her İmam bütün bağlantılara isyan edip baş kaldırıyor ve Hakk’la Bir olup zamanının «Sırrının sırrını» görüyor. Çok az da olsa Afganistan ve İran'da halen yaşatılıyor.
d- Arap Aleviliği (Nusayrilik): 9uncu yüzyılda Muhammet bin Nusayr tarafından kuruldu ve sonra Hüseyin bin Hamdan tarafından geliştirildi. Günümüzde Suriye, Filistin ve Güney Anadolu’da varlığını sürdürür. Temel inançı Hz. Ali’nin Tanrısallığıdır.
e- Melametiyye: (Kınayanların kınamasından çekinmeden doğru yolda, Hakk yolunda yürüme) : 9cu yüzyılda Horasan’da çıkan Melamatilik kısaca en sade ifadeyle bir Nefs terbiyesinin adıdır. Toplumsal yaşamda her türlü gösteriden, böbürlenmeden ve güç isteminden kaçmayı önerir. Türkiye dahil Orta Doğuda halen bulunmaktadır.
f- Zeydiye: İmam Bâkır'ın kardeşi Zeyd b. Ali'in taraftarları onun yerine 5ci imam olarak kabul ediliyordu. Bugün Yemen'deler;
g- Allavi: Alevilere çok yakın. Suriye'de halkın %10 teşkil ediyorlar. Lübnan'da da bulunuyorlar.
h- Dürzi: Fatımi halifesi Al-Hakim'den etkilenmiş Muhammet al-Darazi'nin geliştirdiği yol.Lübnan'da halkın % 8'i, Suriye'de ise %4'ü
i- Alevi : Anadolu’da Alevilerin tarihsel, dinsel ve kültürel iki kaynağından biri Maveraünnehir’den gelip Horasan, Gilan ve Deylem’den geçerek gelen Oğuz Türkleri diğeri ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu dahil Orta doğuda geniş alanda yerleşik kürt aşiretleridir.
j- Bektaşi: Anadolu Aleviliğininde 1239-40 Babaî isyanından sonra Bektaşlu oymağının başı ve dini önderiliğini alan Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda önemli bir Veli kişiliğiyle öne çıktı. Anadolu’da etkili olan Yesevilik, Kalenderilik, Haydarilik, Ahilik ve Babailik gibi akımlarından beslendi ve Hacı Bektaş’ın 1275 te Hakk’a yürümesinden sonra Alevi boy ve aşiretleri ve Ahiler arasında Kadıncık Ana ve Abdal Musa tarafından yayılmaya başlasa da yavaş yavaş bir tarikat şeklini aldı. 1501 de Balım Sultanın yeniden yapılandırmasıyla Osmanlı devrinde önemli rol oynamıştır. 1826’da Bektaşi tekkeleri Yeniçeri Ocağı’dan hemen sonra kapatıldı. Ama daha sonra açılarak günümüzde hala Türkiye ve Arnavutluğa kadar Balkanlarda canlılığını mühafaza etti.

Ayrıca İslamın ilk yüzyıllarına baktığımızda Buveyhiler, Karmatiler, Hamdaniler Şiiliğin kurumsallaştığı dönemdeki önemli devletlerini kurudular. Buveyhiler, Bağdat’taki Şia’nın İmamiye koluna destek verdiler. Fatımiler Kuzey Afrika’dan Horasan, Afganistan ve Maveraünnehir’e kadar ulaşan İsmaillilerin destekçileriydi. İsmâilî akımının ve 9uncu asırdan itibaren Horasan’da gelişen kuru zühde (asetizm) önem vermeyen ama cezbeci (ekstatik) tasavvuf mektebi Melametilikten esinlenerek gelişen Kalenderîlik, Yesevîlik, Haydarîlik ve hatta Vefaîlik tarikatlarının (Allah’a ulaşmak arzusuyla tutulan yolun) etkisiyle gelişti. Bu etkide tarikat dervişlerinin arapca değil de türkçe konuşmaları büyük rol oynadı.
a- Kalenderîler: 10.cu yüzyıldan beri Horasan Melâmetîliğinden kaynaklanan büyük Sufî akım. Sonradan Cemaleddîn-i Sâvi tarafından yapılandırıldı. Şehirlerde toplumsal kuralları, Sünni İslamî kaideleri göze almayan tavırları yüzünden iyi karşılanmayan Kalenderiler Türkmenler arasında çok yaygındı;
b- Yeseviler: Horasan Melâmetîliğinden ve İsmailiyesinden türeyen bir Türk tarikatı. Hâce Ahmed-i Yesevî (öl.1167) tarafından kuruldu. Konar-göçer Türk boylarının sosyo-kültürel yapısına uyarlanmış ve eski Türk inanç ve gelenekleriyle karışmış sade, basit ve pratik yapılı bir tarikat. Baba, Dede veya Ata unvanlı dervişler İslamî inançları sathî ve basit bir biçimde yorumlayarak müritlerine sunuyorlardı. Vahdet-i Vücut felsefesinin derin ve karışık fikirleriyle ilgisi olmamış, sade ve içten bir tasavvuf haline gelmiştir. Kuş donuna girmek, taşları ve kayaları harekete geçirmek, ejderha öldürmek gibi inanç motiflerini Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdılar.
c- Haydarîler: 13.cü yüzyılda Anadolu’da en faal tarikat. Yeseviliğin Kalenderilikle karışımı. Kurucusu Kutbettin Haydar (öl. 1221). Mühtemelen hem Kalenderilere hem de Yesevilere yakın olduğu için zamanın tarihçileri fazla bilgi vermiyor. Ama 15ci asırda bütün Orta Doğuda yaygın;
d- Vefailer: Tâcu’l Arifîn Seyyid Ebü’l-Vefanın tarikatı. 1240 Babaî İsyanında çok önemli etkileri oldu. İlk Osmanlı Beyleri Otman ve Orhan Beyler de Vefaî şeyhi Edebalinin müritleriydi.
2- Sünni İslam (Ehl-i Sünnet):

Bu yorumda “Vahiy” (Bir düşünce ya da buyruğun Tanrı tarafından Peygamber’e ilham edilmesi) Hz. Muhammed’in Hakk’a kavuşmasıyla sona erdi. Kur’an’a ve Şeriat kurallarına harfine uygun yeni yorum getirmekten, tapınma biçimlerine, dinsel görevlere özel bir düzen vermekten öteye bir değişiklik getirilemez.

a- Fıkıh (şerîatın usul ve hükümleri) mezheplerinden en önemlileri:
Muhammed zamanında 632 de Hakka yürümesine kadar İslamda, bugünkü anlamda, şeriat yoktu ama arap örf ve adetleri hakimdi. Gayet tabii Kur’an’daki nadir ve basit kaidelere de geçerliydi. Tereddüt halinde Muhahammed’e ne yapılması gerektiği sorulurdu. Şeriat kaideleri üç asır boyunca tartışmalarla geliştirildi. Kur’an dışında peygamberimizin yaşantısını (Sunna) temel alan doğruluğu tartışmalı hadisler şeriatın bel kemiği oldu. Benzetme ile alınan kararlar veya topluluğun uzlaşmaya vardığı (ijmâ) kararlarda şeriatın yapılanmasında etkili oldu. İslam hukuku üzerine çok değişik görüşlerin ortaya çıkmasından sonra 9ci asırda aşağıdaki dört mezhebin kalmasına karar verildi:
1-Hanefî (Sünni Türklerin çoğunlukla benimsediği fıkıh mezhebi). İran kökenli Abu Hanife al-Numan ibn Tabit'in (699-767) belirlediği yol. Benzetme ile alınan kararlara önem verdiler. Herşeyden önce insanî değerleri ve zayıf olanların korunmasını öne çıkaran görüş. Bugün sunni müslümanların %50sinin seçimi.
2-Malikî. Malik ibn Anas al-Asbahi'nin (713-795) kişisel görüşle toplumsal fayda arasında denge kuran bir yorum. Hadislerin harfine olduğu kadar yerel değerlere de önem verir. Magrep ve İspanya’da Endülüs bölgesinde yaygındı.
3-Şafiî. Muhammet ibn İdris al- Şafi'nin (767-820) bazı islam hukuki kaidelerini zamanının olaylarına uyumlayan bir görüş. Hadislerin üstünlüğünü sağladı ve benzetme düşüncesini de açık kurallara bağladı.Türkiye’de Kürtlerin çoğunluğunun mezhebi. Mısır ve Hint Okyanusu sahillerinde yaygın.
4-Hanbelî. Ahmet ibn Hanbal'in (780-855) şeriatın Kur’an’ın harfine uygun çok katı bir şekilde tatbik edilmesi görüşünü savunuyor. İnsan düşüncesini ve benzetme yolunu red eden yol. Bütün yeniliklere karşı.

b-İnanç (itikadî) mezheplerinden, Kelâm ve Tevhîd farklılıklarına göre en önemlileri:
1- Ashab-ı Hadis'ın devamı bugünkü Vahabi ve Selefi: Kur’an-ı Kerîm ne söylemişse, akıl ve görüşü arka plana alarak, öylece kabul ederler (Bugün «Müslüman Kardeşler»in ve Suudî Arabistanlı Vahabilerin yolu).
2-Mütezelliye: Ashab-ı Hadis'in tam aksine, Kur’an-ı Kerîm’in anlaşılmasında kişilerin sorumluluğuna ve akıl ile seçim özgülüğüne önem veren yol.
3- Eş’ariyye: Sünni İslamdaki Selefiyye ile Mutezelliye uç görüş arasında dengeyi bulan en yaygın orta yol.
4- Mâturiddiyye: Sünni Türkler için çok önemli olan Semerkand’ın Matürid köyünde doğmuş, Hanefi imam, Türk alimi Ebû-Mansur-î Matüridî’nin (öl.944) geliştirdiği Eş’ari muhafazakarlığını tenkit eden ve onlarla Mutezelliye görüşü arasındaki mezhep.
3- Hariciler

Bugün Afrika'nın kuzey taraflarında, Cezayir, Tunus ve Trablus'un bâzı yerlerinde, Doğu Afrika'da, Zengibar'da Maksat ve Oman'da bir miktar mensupları vardır. Asıl merkezleri Zengibar'dır.